❝ Sat by the river and it made me complete.❞
Haechan
Derin bir nefes alıp gülümsedim ve hapları, bir bardak suyla birlikte annemin önüne bırakıp ceketimi giydikten sonra evden çıktım.
Evde durmaya katlanamıyordum, onca ilaç ve naftalin kokusu arasında nefes alamıyordum. En azından dışarı çıkınca biraz olsun boğazımdaki elleri gevşetebiliyordum. Ama hala oradaydılar, asla kurtulamayacağımı biliyordum.
Güçlü durmak zorundaydım. Öyle güçlü olacaktım ki kimse ne kadar çabaladığımı bile fark etmeyecekti. Kimse bana acıyan gözlerle bakamayacaktı. Gülümseyecektim, nefes alır gibi bir alışkanlığım olacaktı. Sürekli gülecektim, böylece kimse ne zaman gerçekten güldüğümü anlamayacaktı.
Güçlü olmanın havalı olduğunu düşündüğümden değil bu felsefem, sadece zayıf olma lüksüm yok. Yıllar önce bu hakkı kaybetmiştim. Ailemin günahlarını ödemek bana kalmıştı. Kaçamazdım, bir daha asla çocuk olamazdım. Sanırım bu konuda beni en iyi Taeyong anlar, sonuçta ikimiz de yaşamı bir yük gibi sırtımızda taşıyoruz.
Hiç hafiflemeyen, gittikçe ağırlaşan yaşam yükü. Mezara kadar bizimle, belki ölümümüzde bile peşimizden gelir. Çünkü biz o kadar şanssızız.
Yanımdan geçen komşularımın gözlerinin içine bakarak gülümserken ne düşündüklerinin hiç değişmemesinin ne kadar gülünç olduğunu düşünüp biraz da içimden gelerek güldüm. Bana acıdıklarını biliyordum, muhtemelen neden bu kadar mutlu göründüğümü de merak ediyorlardır. Mutluluğu hak etmediğimi benim de bildiğimi yüzlerine haykırmak istesem de susup sahte yüzlere daha çok sahtelikle karşılık verdim.
Bu oyunu oynamayı öğreneli çok oluyordu, hatta artık eğleniyordum bile. Komik çocuğu oynamak o kadar üzerime yapışmıştı ki artık gerçekle rolü ayırt edemiyordum.
Hayatım her yanından kötülük akmıyormuşçasına bir de yalanlar üzerine kuruluydu. Yakınmak için çok geç olduğunu ben de biliyorum, kendimi yıkıp yeniden inşa etsem bile kir üzerimden çıkmazdı. Dibine kadar pistim.
Elim telefona gittiğinde Taeyong ile konuşma ihtiyacı hissetsem de ailesinin onu ziyarete geldiğini hatırlayınca rahatsız etmemeye karar verip yürümeye devam ettim.
Hazırda güzel bir ailesi olanlara dokunmamam gerekirdi, birileri mutsuzların yerine de mutlu olmalıydı.
Ayaklarımın beni götürdüğü yere bir süre baygın bakışlarla baktıktan sonra Doyoung'ın evinin karşısındaki kaldırıma oturup bir süre evi inceledim.
Annesiyle muhattap olmak istemediğime karar verip dışarı çıkması için mesaj attım.
Doyoung
trollhae: canım saçlarını karşı kaldırıma sarkıtabilir misin?
trollhae: bi şey deneyeceğim
Beş dakika bile olmadan Doyoung'ı kapıdan çıkarken görünce ayağa kalkmaya üşenip onun bana doğru gelmesini bekledim ve o sanki az sonra yanıma ulaşmayacakmış gibi el sallayarak bana koştururken gülümsedim.
"Selaam!" Doyoung gülerek beni yerden kaldırdığında daha kendimi toparlayamadan kendimi kollarının arasında bulunca afalladım.
"Beni bu kadar çok özlediğini bilsem, her akşam gelirdim." olayı her zaman ki gibi alaya almaya çalışırken onun sözleriyle sarsıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's okay, that's love
Fanfictionçünkü aşk, acıyı da doğurur ne kadar çok seversen o kadar çok acı çekersin. ana çiftler: dotae, renmin, markhyuck