bazı kelimelerin taşıdıkları anlamlarını nereden öğrendiğimizi hatırlamak imkansızdır; anne, baba, arkadaş belki de sevgi... hepsi bir şekilde, bolca gözlemle ve bebek versiyonumun edindiği deneyimle kafamdaki sözlükte yerini almıştı. sanki o sözlükte arkadaş kelimesinin karşısında kuşku duymaksızın inanma vardı, bu yüzden ne zaman arkadaşlarım aklımı ikilemler arasında boğsa, ciddi manada kafayı kırıyordum. arkadaşlık hakkında ilk şiirini öğrenmiş ilkokul boy hyunjin'in koskoca ben olan hyunjin'in suratına bakarak ağlamasıyla karşılaşmak gibiydi bu. minho'nun suratını görürsem hesap soramayacağımı biliyordum, onu böyle bir şeyle suçlamaya hiç hazır değildim. kendi içimde bile aşamamıştım bunu. minho kafamı sahiden çok karıştırmıştı.
elbette ben durumu çılgınlarcasına dramatize ederken gerçekleri elle tutulur şekilde değerlendirebilmem mümkün değildi. tam da bu yüzden yine seungmin'in yurt odasında hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsemeyi seçiyordum. bu gereksiz soğukkanlılığım seungmin'i de şaşırtmış olacak ki türünün tek örneği bir canlıymışım gibi gözünü üzerime dikmiş beni inceliyordu. ona dönüp yavaşça sırıttım ve baş parmaklarımı havaya kaldırdım "her şey yolunda."
aslında hiçbir şey yolunda değildi. ne yapmam gerektiğinden emin değildim. cüzdanımı bulmak için verdiğim polis çabasının sonuçsuz kalacağını biliyordum. hatta polise gitmek bir şekilde beni güvende hissettirmektense izleniyormuşum gibi paranoyalara sürüklüyordu. ne zaman polisle göz göze gelsem panikten altıma yapacak hale geliyordum. ne zaman kampüsün giriş kapısında devriye araçlarının kaputa yaslanmış dursalar, kendimi kafamda kurduğum en boktan distopyanın içinde buluyordum. tertemiz sicilimin aksine olduğum insanı, fikirlerimi ya da cinsel kimliğimi anlasalar gözlerinde korkunç biri olacağımın farkındaydım. cüzdanımı bulmak için onlara mecburdum ama yüreğimde uyandırdıkları korkuda kaçamıyordum.
bu aptal düşüncelerin arasında seungmin'i daha da endişelendirmiş olmalıydım ki yanıma oturmuş tıpkı benim gibi karşı duvara bakmaya başlamıştı, benim perspektifimden neler gözüktüğünü o da merak etmişti. karşımdaki tam boy hangisi olduğunu bilmediğim anime oğlanına bakarken elimi tutan seungmin'le içim sıcacık olmuştu. benim ne kadar korkunç hissedersem hissedeyim gizlediğim duygularımı bir şekilde okuyabiliyordu, ben ona kendimi açmadıkça da zorlamıyordu. seungmin hayatımda sahip olduğum en iyi dostlardan biriydi. görmek kelimesinin anlamını bir yerlerden öğrendiğimi hiç hatırlamıyordum ama bilinçaltımın bir yerlerine onun kazımış olmasını çok isterdim. beni anlamak için beni görmeye çalışan tek insandı.
üzerimizdeki sanayiide yaşıyormuşuz gibi birikmiş yoğun havayı dağıtmak istedi. "anime oğlanlarından hoşlanıyorsun sanırım?" bana dönerek gülmeye başlayınca onu yanıtladım. "senin changbin hyung'dan hoşlandığın gibi mi?" söylediklerimle yüzünün aldığı hal kahkaha atmama sebep olmuştu. şapşalın tekiydi, ayrıca ikisinin birbirine olan davranışlarını görmesem dünyanın en aptal heteroları olduklarını düşünürdüm. über kapalı gay götlerinin aksine sarhoşken öpüşmeleri tek partilik işti.
"nereden çıkarıyorsun, salak-" kaşlarını çatıp karnıma yalancı bir yumruk attı. "aptal aptal konuşma." tepkilerine bakılırsa kendi de hala kabullenebilmiş sayılmazdı. ben de yumruklarını kavrayıp omzunu ısırdım. bunu yapmam bir hakemin bize start vermesine benzer bir etki göstermiş olmalıydı ki alt ranzada inanılmaz ilkel biçimde güreşmeye başlamıştık. mağara adamlarından farksız olmamız neden ikimizi de bu kadar eğlendirmişti bilmiyordum ama ayaklandığımızda ikimizin suratları da kıpkırmızıydı. seungmin'in her zaman düzgün giyimi bozulmuştu. yanağını öpüp kapıya doğru giderken seslendim. "changbin hyung getirsin bir daha bu hale seni." karnıma yediğim ikinci yumrukla yavaşça mırıldandım "ben artık gitsem iyi olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so what|| hyunho
Teen Fictiongökkuşağı olacak bir gün yaşam tüm erkeklerin altından geçtiği.