1,2 k için ÇOK TEŞEKKÜRLER hyunjin'in hikayesine ortak olduğunuz için çok minnettarım size. bunu kutlamak için paylaştıktan sonra felix kurabiyeleri yapacağımmm
başlığı bulamadım bu sefer kusura bakmayın..
ayrıca yorum yapanların kedi canlarını seviyormuşum.
kahkahalar, gülüşler, ansızın verilen tepkiler, yürüme biçimleri, konuşma şekilleri, aklıma geldikçe fark ettiğim ve sayamadığım milyonlarca insani özellik kimi zaman küçük benzerlikler gösterse de kişiye özeldi. mesela minho hyung sevmediği birini gördüğünde istemsizce gözlerini devirirdi, felix yürürken kollarını tamamen yer çekimine bırakır ve kocaman sallardı, chan hyung utandığında öne sarsılır, tuhaf sesler çıkarırdı. onları ve daha anlatamadığım, hayatımın bozuk şeklini düzeltirken yanımda olanları tüm insanları var eden özellikler; birbirinden farklı bağlanmış ama beraberken karanlığımı aydınlatan devrelere benziyordu. bir aradayken nasıl bu kadar büyüleyiciydiler emin değildim ama ışıkları ne gözümü alacak kadar parlaktı ne de beni kör karanlıkta yapayalnız bırakılmış gibi hissettiriyordu.
ışığımı ve yönümü böyle bulmaya çalışmam yeni sayılmazdı. hayatımın çok büyük bir bölümü etrafımdaki insanları ve onların hiç fark etmediği özellikleri gözlemlerken geçmişti. en çok da kahkahaları izlerken bulurdum kendimi. ancak geriye dönüp baktığımda hayatımın çok yakınında olup kahkahasını duymadığım insanlar vardı. belki de en net hatırlamamın beklendiği kahkahanın sahibiydi tanımadığım, babamın kahkaha sesini bilmediğimi fark ediyordum. o hep stabil bir tonda konuşur, sesinden hiçbir duygunun anlaşılmasına izin vermezdi. tabii, bütün bunlara rağmen babam da etten kemikten, en az, en fazla da mahatma gandhi ya da karşı komşumuz bay lee kadar bir insandı; sonuçta isimler, unvanlar ve kimlikler kaybolduğunda özünde hepimiz birkaç fikrin yuvasından ibarettik. insanlığın olmasa da insan olmanın basit bir matematiği vardı. bu denklemler bazen gözle görülür hale geldiğinde babamı bile hayrete düşürebiliyor, şaşırtıyor ve böyle ağzını beş metre açık bırakacak hale getirebiliyordu. ama ben bütün bu basit anların hepsinde babamın verdiği tepkileri eğreti bulurdum. gözlerimin alışık olduğu ışığın değişmesiydi bu, karanlığa alışık irislerim tepkileri karşısında küçücük kalıyordu böyle anlarda.
gözlerimin en rahat ettiği aydınlık, alışmış olduğumdu elbette. hatta yalandan da olsa yavaştan fikir kazandığım, etrafımdakilerin minik bir figürü olduğum çocuk yaşlara geldiğimde, aynanın karşısına geçmiş babamın o durgun ses tonunu taklit ederken bulurdum kendimi. bu ton dışında duyduğum diğer bir sesi de bağırmasıydı. bu; o zamanlar en büyük fobilerimden, geceleri kabuslarıma giren türdendi. fakat ne olursa olsun o korkutucu bağırma babamın kahkahasından önce güven çemberimin içinde sinsi bir yer edinmişti.
yine bir prova günündeydik, oyunun sergilenmesine yalnızca iki ay vardı. heyecanla beklediğimiz seul turnesine tamı tamına iki ay kalmıştı. hepimiz stresliydik, bir de üzerine seçtiğimiz oyundan kaynaklanan kasvetli hava eklenince her şey daha ilginç bir hal almıştı. en sonunda hepimizin pestilinin çıktığına kanaat getiren yönetmenimiz biraz rahatlamamız için paydos vermişti. ancak üst üste bir arabaya sıkışmak konusunda ısrarcı olan arkadaş grubum ve ben aynı dar anları özlemiş olmalıydık ki, bu havasız yerden gitmek yerine sekiz kişi oda tiyatrosunda kalmış, hatta kaçak alkol sokmuş, üzerine de biraz oyun oynayabileceğimizi düşünmüştük. beni bu dipsiz düşüncelere sürükleyen de verdiğimiz bu kararlardı.
filmi biraz geri sardığımızda, jisung'un ojeli parmaklarıyla durmuş kulüpten bir kızı taklit edişini izliyordum. karıncalanan dudaklarımda sakin bir gülüş vardı, alkolün vücudumdaki en yaygın yan etkilerinden biri de hafiften yüzümü uyuşturmasıydı. kızarık yanaklarım seğirirken keyifliydim, gerçekten içimde sebebini bilmediğim bir huzur yeşermişti. sanki huzurum kara duygumdan besleniyor beni tatlı tatlı ve derinlerden parçalarken kendine yer buluyordu. beyinsiz ve melankoli bağımlısı piçin tekiydim. alkol vücudumda arsızca dolanıyordu artık, ortamdan soyutlanmıştım. anlamsız huzurum ve içimdeki üzüntüyle bakınıyordum, etrafımdaki insanlara da bulaştırabilir miydim bunu? kendimi sırf bu sebepten izole etmem, git gide yalnızlaşıyor olmam 'bu hayattaki tek önemli şey sensin' cümleleri arasında beni değerli mi kılıyordu? içimdeki ve dışımdaki dünyanın kesişememesi beni her an yoruyordu. ışığımı başkalarından alırken her şeyin sebebinin ben ve benim seçimlerin olduğu fikri gerilere gidiyordu. sanırım keyfimi yerine getiren de bu anlık farkındalıklardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so what|| hyunho
Teen Fictiongökkuşağı olacak bir gün yaşam tüm erkeklerin altından geçtiği.