fena halde hastaydım.
burun kanatlarım sümkürmekten kıpkırmızı haldeydi. hastaneye gidemezdim çünkü elimde kimliğim yoktu, geçici kimlik belgem için gerekli bürokrasiyle mücadelem daha başlamamıştı. bu yüzden odada kendi kendimi iyileştirmeye çalışıyordum. üstelik oda arkadaşım bana hiç yardımcı olmuyordu.
kulaklıksız bir şeyler izleme alışkanlığının yanında evrende var olan en kalitesiz içeriklerden hoşlanma gibi bir özellik yüklenmişti. alt ranzamda oturmuş saatlerdir alacakaranlık parodileri izliyordu. üstelik pop müzik zevkimi yargılarken dinlediği şeylerin türünden habersizdi. sanırım hasta olduğum için yaptığı her şey ekstra sinirlerime dokunuyordu. tek istediğim sinüslerime yerleştirilmiş ağırlıklara rağmen uyuyabilmekti ve bu tavrı hiç yardımcı olmuyordu. gerçi varlığı dahi sinirli hissetmem için yeterliydi.
sebebi basitti, kelimenin tam anlamıyla bok gibi biriydi. senenin başında instagram'a attığım fotoğraflarla insanları kandırdığımı dahi söylemişti. o anda ona ağzının payını versem de söylediklerinin doğru olduğunu içten içe bildiğim için berbat hissediyordum. gerçi arasının kötü sayılabileceği tek kişi de ben değildim, kız arkadaşıyla durmaksızın kavga etmeleri ve her kavganın ardından odada sigara içmeye kalkması cabasıydı. bunun yanında bir de pasaklıydı, ona yaptığım bitki çayını haftalarca masasında bıraktığı için küflenmişti, öylesine sinirlendiği her şey için bana patlıyordu; pasif biri değildim, karşılığını gayet de veriyordum ancak odanın içinde gerginlikten oluşmuş korkunç hava uykularımı kaçırmaya başlamıştı. negatif ortamlara tahammül sürem gereğinden fazla kısaydı, kaosla beslenmek bir diyet türü olsaydı kesinlikle aç kalırdım.
gerçi şu anki halimi düşününce de aç olmadığım zaman sayısı çok sınırlıydı, paramı haddinden fazla miktarda gezmeye ve alkole yatırdığım için ay sonlarında odayı leş gibi kokutacak, en ucuzundan hazır eriştelere mahkumdum. üstelik bütün bunlara rağmen kendime bakmak konusundaki kararlı tutumu, saniye başı duşa girmeme ve tenimdeki işlenmiş gıda kokusunun çıkması için ekstra çabalamama sebep oluyordu. yine de ben oda arkadaşımın aksine medeniyet kırıntılarımı çalıştırarak odayı havanlandırıyordum. o ise şu an tam karşımda masasının üzerindeki pek de küçük olmayan kıyafet yığınının içinden öğle yemeği için ayırdığı sandviçi bulmaya çalışıyordu. benim hasta halim yüzünden dev bir mikrop yuvası olduğumu iddia ederken kendine yarattığı hijyen standartları epey ironikti.
"biraz sessiz sümküremez misin, hyunjin?" "burnun bu kadar tıkalıysa başka şekillerde uyumayı dene, horluyorsun." "neden bu kadar enerjisizsin, tüm günü böyle mi geçireceksin?" ve binlercesi daha.
gerçekten bazı insanlar saf uyuzluktan oluşuyordu ve heesung bunun en iyi kanıtıydı. çalkantılı özel hayatından beslenme biçimine kadar her şeyi kocaman kocaman olimpiyat boy kırmızı bayraklardan meydana gelmişti.
kulaklıklarımı takıp yorganı beni tamamen örtecek şekilde konumladığımda ondan kaçabileceğim en uygun pozisyona geçmiş olduğumdan emindim. aslında az önce bahsettiğim gezme sıklığım için kullandığım sıfatlar yersizdi. çok geziyordum çünkü kendimi huzursuz hissettiğim bir yerde kalmak istemiyordum, geceyi dışarıda geçirdiğimde beni bekleyen koca iç sıkıntısından rahatça kaçabiliyordum. odamda her uyandığımda gelen 'acaba bu sefer neden tartışacağız?' düşüncesini aklımdan çıkarabiliyordum. üniversiteyi evde yaşadığım aidiyetsizlikten kaçmak için kocaman bir çıkış kapısı gibi gördüğümden bu davranışım yadırgayabileceğim türden değildi.
şu ansa hayallerimin ne kadar dışında olduğumun farkına varmıştım, bir sürü anda bu aklıma geliyordu belki ama heesung odadan çıktıktan sonra göz göze geldiğim kıyafet curcunası beni şimdiye kadar yaşadığım ve gördüğüm şeylerin çoğulcu bir yansıması olduğuna inanmam bu saniyeyi almıştı. sonra kendi düşüncelerime gülmeye başladım, her konuyu bu kadar derin ele aldığım içselleştirdiğim hatta böyle yapmadan özgürleşemeyeceğimi sandığımdan en yakın zamanda delirecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so what|| hyunho
Teen Fictiongökkuşağı olacak bir gün yaşam tüm erkeklerin altından geçtiği.