yine bi düşünce bölümü, çok sıkıcı gidiyoz ik galiba bu fici bitirip böyle genel bi düzenlemeye alcm.. (aynen eminim vakit bulursun
günlerdir büyümek hakkında düşünüyordum.
neyin beni büyümüş biri yaptığını ya da ne zaman küçücük bir çocuk gibi hissetmeyi keseceğimi. büyümekle kafayı bozduğumda benden başkalarının benim yerime kafayı bozmalarından beslenmeyi seçmiştim.
dinlediğim her şarkıda, okuduğum her kitapta, izlediğim her filmde bir şekilde ortaklaşan şeyler olmalıydı. büyümek kişiye özel bir deneyimdi belki ama bu acıyı hisseden tek kişi olma düşüncesi karnıma ağrılar sokuyordu. birkaç sene öncesine kadar rol yaparak zorla girdiğim barların benim için tamamen normalleşmesi alışılmadıktı mesela. en basit insani ihtiyaçlarımı, saat kaçta uyuyacağımı ve öğünlerimde ne kadar proteine daha ihtiyacım olduğunu düşünmek bile çıldırmama yol açıyordu. verdiğim kararların sonuçlarının herkesi etkileyebileceğiyle yüzleşmek beni büyütüyordu.
hiç kimse ya da biri olmak arasındaki ayrımın ne kadar ince olduğunu yenice öğreniyordum. dünyanın benim kafamın içindekinden çok farklı olduğunu zamanla çözebiliyordum. o kadar da özel olmadığımı yeni anlıyordum.
aynı zamanda provalar, varoluşsal sancılar ve yoğun sınavlarla dolu günlerimde başka işim kalmamış gibi aşk hakkında düşünüyordum.
biraz daha küçükken insanların kendilerini tanıttıklarından daha derin olabileceklerinden habersizdim. birilerini hayatıma alırken güzellik yarışması yapmasam da onlardan etkilenirken görünüşlerinin benim için önemli olduğunu inkar edemezdim. uzaktan izlediğim ve imrendiğim herkesin kusur sayılan şeylerle var olabildiğini de çok sonradan anlamıştım bu yüzden. büyüdükçe aşk denen şeyin bütün bunlardan ne kadar uzak olduğunu fark ediyordum.
aşkın ne demek olduğunu içinde yemek kokusu olan sıcak bir evde öğrenmemiştim. bu yüzden aşk denen o şey benim için hep kurgularda kalmıştı. ona en yakın olduğum an kablolu televizyondan yakaladığım ucuz gençlik dizileriydi. büyüleyici sarışın ve amerikan'ın kaslı elemanı öpüştüğü an nefesimi keserdi bu yüzden.
ancak son zamanlarsa tutkulu aşklar ya da basit takılmalar çok yakınımdaydı. partilerde takılıp hoş bulduğum birkaç oğlanı öpmek beni mutlu ediyordu. bana o hayali aşkları sunmuyordu ama sunmak zorunda da değildi. ben sadece kendimi tanıyordum. sevdiğim kişinin gözleri içine bakmak, yanında nefesimin düzenimi sağlamaksa alışık olduğum şeyden öylesine zıttı ki. birine sunabileceğim somut şeyler olmadan da aynı sıcak ilgiye sahip olma fikri bambaşkaydı.
böyle dönemlerde kendimi sıfırdan tanıyormuşum gibi hissetmeye başlardım. ben aynı bendim ama kendimle alakalı farkındalıklarım arttıkça beklentilerim ve isteklerim değişmiş yeni biri olmuşum gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi.
geçen gece prova çıkışında hep beraber yurdun altındaki langırtı kitleyip sabahlarken fark etmiştim bunu. chan hyung, jeongin'in oda arkadaşlarının olmamasından yararlanmaya karar vermişti. bu yüzden bir şekilde güvenliği atlatmış yanımıza kurulmuş jisung'un gitarıyla uğraşıyordu. bense tam karşımdaki minho hyung'un bana langırt öğretmeye çalışmasına elimden geldiğince eşlik ediyordum. ancak ben oldum olası langırt, pinpon hatta parmak futbolu dahil bilimum toplu sporlarda bok gibiydim. bu yüzden işin içinden kendimi ne kadar az rüsva ederek kurtulabileceğimi epeyce dikkat vererek düşünüyordum.
aklımdan kaçırdığım şeyse odak süremin ortalama sekiz yaşında bir çocukla eşdeğer olduğuydu. buraya kadar alışılmadık bir şeyle karşılaşmamıştım. ancak kafamın şahsi saçmalıklarım dışına kaymasına sebep olan şey ne minho hyung'un epey damarlanmış kollarıydı, ne de içten içe yaşadığım krizleri dışa vurarak rezil olmamdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so what|| hyunho
Teen Fictiongökkuşağı olacak bir gün yaşam tüm erkeklerin altından geçtiği.