Önceki bölüm
Mert, hızla koşarken Chen Gongjun da koşuyor ve takip ediyordu. Onun hızına yaklaşamasa da yakın takipteydi. Hem gizlilik yeteneği hem de hafif adım tekniğini kullanmak zordu. Fakat imkansız değildi.
İkisi bir kaç saat boyunca koştular. Chen Gongjun, yorulduğunu hissettiği vakit mert sonunda durdu. Tam karşısında küçük bir köy vardı.
.
.
.
.
.
Mert, etrafa biraz baktı. Güzel kimse yoktu. Güzelim türkçesini özlemişti. Kimse kendisini duymazdı. Köyü görüyordu fakat biraz uzaktı.Köye giymek için yarım saat daha koşmalıydı. Yürüyerek ilerlerse bir-iki saat gerekecekti. Normal olan köylülerin kendisini görmesine imkan yoktu. Hafifçe sırıttı.
Mert, içinde tuttuklarını söylemeye başladı. Ağzını açtı ve raz zorlayarak türkçe konuşmaya başladı.
-Ustanın ben *****! *****! Ters yatırıp düz ***! Ben bu dünyanın da çinlilerin de ****! Girdiğim dünyanında ***!
Mert, biraz dolduğunu hissetmişti. Bu çan çin çon konuşması nedense sinirini bozmuştu. En çok da küçücük çocuğu döven ustaya küfretmişti. Her ihtimale karşı Tarikattan çıkana kadar bir şey söylemek istememişti.
Biraz uzaktan konuşmayı dinleyen Chen Gongjun, ağzı açık bir haldeydi. Ne demek istediğini anlamamıştı. Hatta ne tür bir dilde konuştuğunu da anlamamıştı. Acaba antik dil felan mıydı?
Mert, derin bir iç çekti. Kendisini rahatlamış hissediyordu. Kelimeleri biraz tuhaf telaffuz etmiş olsa da hiçbir dil türkçenin yerini tutmuyordu.
Mert, hızla koşmaya başladı. Köye girmeliydi. Bir süre koştuktan sonra yavaşladı. Nefesi bile hızlanmamıştı. Sürekli koşmak kesinlikle enerjisini atmanın en iyi yoluydu.
Mert, yavaştan adımlarla köye girdi. Artık sakin ve ağır başlı davranmalıydı. Anılarda bildiği yere doğru ilerledi. Çevrede ki sokak satıcılarını inceledi.
-Keşke telefonum olsaydı da buraların resmini çekseydim. Iyy..bunlar böcek mi?
Bir sokak satıcısı tuhaf bir yemek satıyordu. Böceği benziyordu. Ne olduğunu anlayamamıştı.
-Allahım, beni burada açlıkla sınama. Amin. Hayatta yemem o tür pislikleri.
Mert, bir mağazaya girdi ve içeri baktı. Bir türlü meyveler vardı. Bazıları elmaya benziyordu. Bazıları da oldukça tuhaftı. Bu gingseng gibi görünen şeyden de vardı.
Mert, bezelye olduğunu düşündüğü şeyi inceledi. Kokladı. Doğru, bu bezelyeydi. Dünyadakinden biraz farklıydı. Sanki hormonlu gibi büyüklerdi. Taneleri çıkartılmıştı.
Mert, tezgahta ki tuhaf şeyleri gözardı ettikten sonra bildiklerini almaya karar verdi. Ailesine türk yemeklerini kesinlikle öğretecekti. Abuk sabuk şeyleri yememeliydi.
Neyse ki mert, iyi bir aşçıydı. Anneannesi, merte bir çok yemek öğretmişti. Oldukça sabırlı bir kadındı. Mertin yemek yapmayı bilmesini istemişti. Bazen döve döve öğretmişti.
Mert, bir kaç kiloluk sebze-meyve ve baklagil aldı. Bazılarını kokladı ve tadına baktı. En sonunda 1 altınlık alışveriş yapmıştı.
Mert, daha sonra hasta kız kardeşi için kelle-paça yapmaya karar verdi.
Öyle boktan yemekleri yemesini istemiyordu. Kelle-paça kesinlikle faydalı ve ağır bir yemekti. Köyün içlerinde ilerledi. Burayı avcunun içi gibi biliyordu. Nerde ne var, hepsini biliyordu.
Yun Feng'in doğduğu köydü burası!
Mert, bir inek aldıktan sonra çeşitli baharatlar da aldı. Neyse ki çin de baharat eksikliği yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Challenges of being a senior sibling [BL] [Tamamlandı]
FantasyBir türk olarak zor zamanlar geçirdim. Her zaman Wuxia türü çin novelleri okuyordum. Bir çin hayranıyım. Eh, eskiler "Bir şeyi çok istersen gerçekleşir" derlerdi. Bu benim de başıma geldi. Beni kıskanmaya devam edin! Bu kitap BL'dir. Küfür ve smut...