XXV

5.4K 273 158
                                    

Sokağa çıkınca bana döndü. "Nasıldı?" Sesi kaygılıydı.
Beni şüpheyle süzdü.
"Bana öyle bakmayın, Bay Tomlinson. Doktorun talimatıyla, sana inanıyorum."
"Bu da ne demek?"
"Göreceksin."
Dudakları kıvrıldı ve gözleri kısıldı. Saab'ın yolcu kapısını açarak, "Arabaya bin," diye emretti.
Ah yine hızlı bir değişim. Blackberry'm çaldı. Cebimden çıkardım.
"Merhaba, Nick."
"Harry, merhaba!"
Beni şüpheyle süzen Elli'ye baktım. Bana ifadesiz gözlerle bakıyordu ama bakışları sertleşmişti.
"Aramadığım için özür dilerim. Yarın için mi?" Derken Louis'se bakıyordum.
"Dinle, Tomlinson'ın oradan biriyle konuştum ve fotoğrafları nereye teslim edeceğimi biliyorum. Beş altı arası orada olurum ve sonrasında boşum."
"Şey, aslında şu ara Louis'de kalıyorum. Ve istersen, senin de onda kalabileceğini söylüyor."
Louis'nin çenesi gerildi. Hımm... Ne ev sahibiydi ama.
"Tamam," dedi kısa bir sessizliğin ardında. "Bu Tomlinson olayı ciddi mi?"
Arabaya arkamı dönüp kaldırımın diğer tarafına yürüdüm.
"Evet."
"Ne kadar ciddi?"
Gözlerimi devirip duraksadım. Ah, Louis'nin dinliyor olması şart mıydı?
"Ciddi."
"Şu an yanında mı? Bu yüzden mi tek kelimelik cevaplar veriyorsun?"
"Evet."
"Tamam. Yarın çıkmana izin var mı peki?"
"Tabii ki var."
"Nerede buluşalım?"
"Beni işten alabilirsin."
"Saat kaçta?"
"Altı olur mu?"
"Tabii. Görüşürüz, Harry. Sabırsızlıkla bekliyorum. Seni özlüyorum."
Sırıttım. "Harika. Görüşmek üzere." Telefonu kapatıp döndüm. Louis arabaya yaslanmış, dikkatle beni seyrediyordu.
"Arkadaşın nasılmış?"
"Iyi. Beni işten alacak ve sanırım bir şeyler içmeye gideceğiz. Sen de gelmek ister misin?"
Louis tereddütlü, mavi gözleri sakindi. "Sana tekrar asılacağını düşünmüyor musun?"
"Hayır!" Sesim öfkeli çıkmıştı.
"Tamam." Louis yenilgiyi kabul eder gibi ellerini kaldırdı. "Sen arkadaşınla takıl, ben sizi akşam görürüm."
Bir kavga bekliyordum. Kolay razı gelmesine şaşırmıştım.
"Gördün mü? Makul olabiliyorum." Sırıttı.
Ben de sırıttım. Görecektik.
"Arabayı ben kullanabilir miyim?"
"Kullanmamanı tercih ederim."
"Tam olarak neden?"
"Çünkü arabayı benden başkasının kullanmasından hoşlanmıyorum."
"Bu sabah üstesinden geldin. Hem Tris'in kullanmasını hoş görüyor gibisin"
"Tris'in şoförlüğüne güveniyorum."
"Ama benimkine güvenmiyorsun, öyle mi?" Ellerimi kalçalarıma yerleştirdim. "Dürüst olmam gerekirse, kontrol manyaklığın sınır tanımıyor. Ben on beş yaşımdan beri araba kullanıyorum."
Karşılık olarak, sanki bu hiçbir şeyi değiştirmiyormuş gibi, omuz silkti. Ah, o kadar sinir bozucuydu ki. Ona inanmayı seçmek mi? Canı cehenneme!
"Bu benim arabam."
Kaşlarını çattı. "Elbette senin araban."O zaman lütfen bana anahtarları ver. Daha önce sadece iki kez kullandım. Şimdi bütün eğlencenin tadını sen çıkarıyorsun "
Louis'nin dudakları, bastırmaya çalıştığı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ama nereye gideceğimizi bilmiyorsun."
"Beni aydınlatabileceğinizden eminim, Bay Tomlinson. Şu ana kadar iyi iş çıkardınız."
Bana afallamış gibi baktı, sonra gülümsedi. Yeni utangaç gülümsemesi beni tamamen etkisiz hale getiriyor ve nefesimi kesiyordu.
"Iyi iş ha?"
Sırıttım. "Çoğunlıukla iyi."
"Pekala o zaman." Anahtarı bana verdi, şöfor koltuğuna otururken sırıtıyordum.

"Buradan sola," diye talimat verdi Louis. "Lanet olsun, yavaş, Harry." Torpidoya tutundu.
Gözlerimi devirdim ama dönüp ondan tarafa bakmadım. Geri planda Va Morrison çalıyordu.
"Yavaşla!"
"Yavaşlıyorum!"
Louis iç geçirdi. "Flynn ne dedi?" Sesindeki kaygıyı hissedebiliyordum.
"Sana söyledim. Sana inanmayı seçmem gerektiğini söylüyor." Belki de arabayı kullanma işini, Louis'se bırakmalıydım. O zaman onu izleyebilirdim.
Kenara çekmek için sinyal verdim.
Telaşa kapılarak, "Ne yapıyorsun?" Diye çıkıştı.
"Arabayı sana bırakıyorum."
"Neden?"
"Sana bakabilmek için."
Güldü. "Hayır, hayır. Arabayı kullanmayı sen istedin. Bu yüzden sen kullanacaksın. Ben sana bakacağım."
Yüzümü buruşturdum. "Gözünü yoldan ayırma!" diye bağırdı.
Kan beynime sıçramıştı. Bir trafik lambasının önüne kaldırıma çektim ve arabadan dışarı fırlayıp kapıyı çarptım. Kollarımı kavuşturarak kaldırımda durdum. O da arabadan indi.
Öfkeyle, " Ne yapıyorsun?!" dedi.
"Hayır. Asıl sen ne yapıyorsun?"
"Buraya park edemezsin."
"Biliyorum."
"O zaman neden ettin?"
"Çünkü senin azarlamalarından ve emirlerinden sıkıldım. Ya arabayı sen kullanırsın ya da benim şoförlüğüm konusunda çeneni kapatırsın."
"Harold, ceza yemeden arabaya bin."
"Hayır."
Tamamen şaşkın halde gözlerini kırpıştırdı ve ellerini güzel saçlarının arasından geçirdi. Öfkesi şaşkınlığa dönmüştü. Birden o kadar komik görünmüştü ki kendimi ona gülümsemekten alıkoyamadım. Kaşlarını çattı.
Bir kez daha, "Ne?" diye çıkıştı.
"Sen."
"Ah, Harold! Sen bu gezegendeki en bunaltıcı erkeksin!" Ellerini havaya kaldırdı. "Pekala, ben kullanırım."
Ceketinin yakasından kavradım ve onu kendime çektim.
"Hayır, asıl siz bu gezegendeki en bunaltıcı erkeksiniz, Bay Tomlinson."
Bana karanlık ve yoğun gözlerle baktıktan sonra kollarını belime dolayıp beni kendine çekti.
"Belki de birbirimiz için yaratılmışızdır." Burnunu saçlarımın arasına soktu ve derin bir nefes aldı. Kollarımı ona sarıp gözlerimi yumdum. Ve bu sabahtan beri ilk kez gevşediğimi hissettim.
Dufakları saçlarımda, "Ah, Harry, Harry, Harry..." diye fısıldadı. Adım dudaklarından kutsal bir ilahi gibi çıkmıştı. Kollarımı iyice sıktım ve sokakta, bu beklenmedik sükunet anının tadını çıkararak, hiç kıpırdamadan durduk.
Bedenini benimkinden uzaklaştırıp. "Haydi gidelim." dedi ve sürücü tarafının kapısını açıp arabaya bindi. Ben de binince arabayı yeniden çalıştırıp trafiğe karıştı ve dalgın bir havayla mırıldanarak, Van Morrison'a eşlik etmeye başladı.
Sesi elbette harika bir sesi vardı.
"Biliyor musun, eğer ceza yemiş olsaydık araba senin üstüne kayıtlıydı."
Güzel profiline bakarak, "O zaman terfim iyi olmuş, cezanın altından kalkabilirim." dedim. Dudakları kıvrıldı ve göz kırışıklıkları ortaya çıktı. Tanrım, harika bir görüntüydü.
"Flynn başka ne dedi?"
Derin bir nefes alıp, "Sadist olduğunu düşünmüyor." dedim.
"Gerçekten mi?" Arabanın havası hızla ağılaşmıştı.
Ortamı düzeltme çabasıyla hızlı hızlı, "Bu terimin psikiyatide tanınmadığını söylüyor. Doksanlardan beri."
Louis'nin yüzü karardı ve nefesini yavaşça bıraktı.
"Bu konuda Flynn ve benim düşüncelerimiz ayrılıyor."
"Kendin hakkında her zaman en kötüyü düşündüğünü söylüyor. Doğru olduğunu biliyorum." dedim. "Ayrıca cinsel sadizmden de bahsetti ama bunun psikiyatrik bir rahatsızlık değil, bir hayat tarzı olduğun söyledi. Belki de senin dülündüğün budur."
Gözleri hızla bana çevrilirken, ağzı gerilmişti.
Iğneleyici bir ses tonuyla, "Yani iyi bir doktorla bir konuşmadan sonra uzman mı kesildin?" dedi ve gözlerini yine yola çevirdi.
"Bak ne söylediğini duymak istemiyorsan sorma,"diye mırıldandım. Sinir olmuştum.
"Ah, tamam. Üzgünüm."
Başımı pencereye çevirdim. Van Morrison başka bir şarkıya geçerken Louis tek ve çift katlı evlerin ağırlıklı olduğu bir sokağa sapmıştı.
Yeniden, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
Esrarengiz bir ifadeyle gülümserken, "Sürpriz," dedi.

Your Love Is KingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin