"Anasının işleri be! 'Dalyan gibi oğlum olsun.' dedi, yedirdi ne bulduysa. Aha, çocuk da hormonlu oldu işte böyle."
"Baba ben hormonlu değilim ya!" diye isyan ettim gülerek. Bir yandan da Yavuz amcanın mengene gibi kollarından kurtulmaya uğraşıyordum. Ne hikmetse, her seferinde benimle yersiz bir güç yarışına girip durduk yere şakalaşmayı güreşe çeviriyordu. Onu kolundan tutup yere çalmam beş saniyemi almazdı gerçi ama elli yaşındaki adamın da bu yaşta kalça kırığıyla acillerde sürünmesine gönlüm razı gelmiyordu açıkçası.
Boyumun bu kadar uzun olmasına gelince... Tabi ki annemin nefis yemeklerinin katkısı yadsınamazdı ama bunda daha çok genetiğin -özellikle anne tarafımın- etkin olduğu kesindi. Peki ben şimdi meslek lisesi çıkışlı, biyoloji bilgileri azami düzeyin de altında olan -göz renginin hayranlık duyulan birine çekeceğine inanan- babama ve Yavuz amcaya bu 'sihirli' bilgiyi söylemeli miydim? Bilmiyordum. Aralarındaki tatlı-mantıksız muhabbeti bozmamak adına susmayı seçtim.
"En son ne zaman gördüm lan ben seni? Lisede miydin? Bizim oğlanın bisikletini yapmaya gelmiştin herhalde?"
Kafa salladım sıkıntıyla gülerken:
"Olabilir Yavuz amca. Gelmişimdir."
Oyun bağımlısı Eray, 110 kilo haliyle bisiklete mi biniyordu ki? Hiç hatırlamıyordum.
"Makine mühendisliği kazandı dedilerdi senin için. Kaçıncı sınıf oldun bakayım?"
"Son sınıf oldum."
Önümdeki lokma takımını işaret eden babama onaylayan bakışlar atıp elime geçirdiğim kırmızı plastik çantayla beraber yanına giderken Yavuz amcanın arkamdan gevrek gevrek sırıtarak "E mezuniyete de bir şey kalmamış Melih! Hatun yengem bi' kız bulmuştur sana." dediğini duydum.
Gene açılmıştı o nefret ettiğim boktan muhabbet.
"Hadi hadi söyle, bizden laf çıkmaz!"
O an ayağımın dibinde duran İngiliz anahtarını kapıp Yavuz amcanın dazlak kafasına fırlatmamak için dişlerimi sıktım. Yirmi üç yaşıma girdiğimden beri bana 'kız bulmak'la ilgili soru soran yüzüncü kişi falandı sanırım.