"pembe çiçekler."

894 126 119
                                    

2. Dönem başladığından beri kendimi psikolojik bakımdan çökmüş hissediyorum. Ama sanırım üstümden atabildim bu durumu. Uzun zamandır yeni bölüm yazmıyorum ve bölümü çok kötü yazdığımın farkındayım.

Beklettiğim için özür dilerim, iyi okumalar..♡


°•°•°

Efsaneye göre Tang hanedanlığının en iyi, en güçlü, en vefakar, en merhametli ve daha çok 'en'ler ile sıralayabileceğimiz özelliklere sahip bir prens alfası vardı. Halkın anlatımına göre o prens görüp görebileceğiniz 'en' yakışıklı prensti. Ayrıca çok da kıskanılırdı. Prensin: hayatını geçindirmek için tarlalarda çalışmasına gerek yoktu, kraliyet soyundandı, ileride tâht'a geçecek ve koca hanedanlığı yönetecekti ama en önemlisi mutluydu.

Hayır, görünenin aksine mutlu değildi. Halkın gözünü boyamak için yapılan faliyetler, gerçekten de siyahın en koyu tonuna boyuyordu insanların zihnini.

Neydi ki bu prensin sorunu?

Alfa prens, özgür ruhluydu, babası gibi bir saraya tıkılıp sadece devlet işleri ile ilgilenemezdi. Çayırlarda küçük bir çocuk gibi koşacak, tüm dünyayı gezecekti. Belki de hayatının aşkını bulacaktı.

Ama en büyük sorun ruhunun lanetli olduğuna inanılmasıydı. İnanışa göre 'ruh eşi' oldukları için acı çekerek ölen bir çiftin ruhunu barındırıyordu o bedende. Çiftin ruhu asla yaradana bağışlanmamış ve sonsuz bir lanete bürünmüş olduğuna inanılıyordu. Alfa prense bulaşan bu lanet yüzünden tüm omegalar ondan uzaklaşıyordu. Kimse lanetli olduğu düşünülen bir bedene yaklaşmıyordu.

Ne zaman mutlu olsa bir şey oluyor ve prensin hayatı tekrar tepetaklak oluyordu. En sonunda bu inanılan batıl inanç yüzünden terk etmişti Tang krallığını. Silla'ya gitmişti. Arkasında kimin olduğunu umursamadan bir prens olduğunu unutarak gitmişti.

Krallığın girişinde kurulmuş olan çadıra ilerlemişti. Belki de birisi ona yardım edebilirdi orada. Kurulmuş tezgahların arasında ilerlerken tüm ihtişamıyla parlayan bir omegayı görmüştü. Omega şifacılar için bitkiler satıyor, çuvalın içine daldırdığı eli ile bitkileri ayırıyordu.

O tezgahta onu ilgilendiren hiçbir şey yoktu. Ama sanki ihtiyacı varmış gibi tezgaha ilerlemiş omeganın da dikkatini çekmişti. Omega elini çuvaldan çekmiş tezgahın önünde duran prense "buyurun?" Diye bir soru yöneltmişti. Nereden bilebilirdi karşısındakinin bir prens olduğunu. Prens dili tutulmuş gibi işaret parmağı ile yeşil, üzerinde kırmızı çizgilerin olduğu bitkiyi göstermişti. Omega o bitkiyi paketlerken prens izlemeye doyamamış tüm dikkatini omegaya vermişti. Omega paketleme işi bitince paketi prense uzatmış prens ise gereğinden fazla parayı uzatmıştı. Omega parayı alırken prensin parmak uçları ile avucu temas haline geçmiş anında yeşeren pembe çiçekler ikisini de şaşkına uğratmıştı.

Prens ile omega hiç mutlu olamamıştı, pembe çiçekler sonları olmuş, kaçtığı için öldürülen prens ile, omega da ölmüştü.

Sanılanın aksine ruh eşi olmak pembe bulutlardan oluşmuyordu.

Bazen bir lanet, bazen bir düşmanlık, bazen bir dikkatsizlik, bazen bir basit hata, bazen ise aşk, bazen ise 'gurur'. 'Sanılanın aksine' diye başlayacağımız cümleler ile hiçbiri düzelmiyordu.

Giden geri gelmiyor, kaybedilen geri kazanılmıyordu.

Zaman geçmişe dönmüyor ama gelecek ise gümbür gümbür geliyordu.

°•°•°

Beomgyu şifahanede metalik kan kokusuyla yerde oturuyordu. Yeonjun'un yanından döndüğünde Soobin'i bıraktığı yerde bulamamıştı.

Oysaki söz vermişti geri geleceğine dair.

Hizmetlilerin ise yerdeki kurumuş olan kanı temizlemesine izin vermemişti. Alfanın feromonları hâlâ yaşamını sürdürüyordu odada. Metalik kokuyla karışmış olsa da yarın feromonlara dair tek biz olmayacağını bildiği için, şimdi doyasıya içine çekiyordu bir daha kokusunu alamayacağı feromonları.

En çok da bu yakıyordu canını, onu bir daha ne görebilecek ne kokusunu alabilecek ne de kadifemsi sesini duyabilecekti.

Beomgyu'nun neden bu kadar çok canı yanıyordu? Neden içindeki bu yangın sürekli körükleniyordu?

Beomgyu gözlerini yerdeki kurumuş kandan çekti ve bileğindeki bilekliğe çevirdi. Son anda unutmadan tekini Soobin'in bileğine geçirdiği bilekliğe.

Mor ve mavi boncuklar sabahki gibi parlamıyordu, üstüne alfanın kanı bulaşmıştı.

Beomgyu gözlerini bileklikten çekmezken kapı açılmış ve içeriye hüzün kokan nergis feromonları dolmuştu. Beomgyu, yanında olmasını istediği tek kişi olan Taehyun'un gelmesiyle kafasını kaldırmış ve eşine bakmıştı. Boğazı düğümlenmiş ve gözleri dolmuştu anında. Sanki ağlamak için alfayı bekliyordu. Ağlamak için, alfanın omuzuna ihtiyacı vardı.

Taehyun anlamış gibi Beomgyu'nun yanına adımlamış, Beomgyu gibi yere oturmuştu. Hiç ses yoktu, nefes sesleri dışında hiç ses yoktu.

'İyi misin?', 'nasıl hissediyorsun?', 'iyi olacaksın', 'hepsi geçecek' gibi cümlelere gerek yoktu. Acılar ortaktı, duygular aynıydı.

Taehyun kendi acısını görmezden geldi. Karşısında perişan halde bekleyen omegaya atıldı ve kanatları ile sarmaladı kanadı kırılan Beomgyu'yu. Oysaki onunda kanadı kırıktı, tek dostunu kaybetmişti. Tek oyun arkadaşı tüm oyunu bozmuş ve arkasında bıraktığı enkazla terk etmişti sarayı. Soobin oyun bozancılıktan nefret ederdi, ama şimdi o oyun bozancılık yapıyordu.

Beomgyu döktü inci tanelerini. Hiç kimse için daha önce bu kadar dökülmemişti bu göz yaşları. "Taehyun..." dedi ama devamını getiremedi. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Taehyun zaten cümlenin devamının gelmesini beklemiyordu. Elini omeganın sırtına yerleştirdi ve sakinleştirici hareketler ile okşadı.

Sırası değildi ama söyledi Taehyun, Beomgyu'yu daha da fazla ağlatacak kelimeleri. "Yeonjun..." dedi. Beomgyu zaten anlamıştı ve daha da şiddetlenmişti ağlaması.

"Gittiğimde nefes almıyordu." Diye getirdi devamını. Beomgyu'ya belki de çok kızacaktı Soobin. 'Size bir emanet bıraktım. Ama sahip çıkamadınız.' Diye. "İntihar olduğunu söyledi hekim."

Omuzları ağlarken sarsılan omegayı daha sıkı sardı alfa. "Pembe çiçekler." Dedi Beomgyu pürüzlü sesiyle. Taehyun yutkundu. Güçlü olmaya çalışıyor ama gücünün tükendiğini hissediyordu. Doğru hissediyordu çünkü güzel gözlerinden istemsizce bir damla yaş firar etmişti.

"Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Taehyun. Kime yaslansam beni bırakıyor. Hangi dala tutunsam kırılıyor." Dedi Beomgyu.

Taehyun 'ben varım.' Demek istedi. Cesaret edemedi, demesine de gerek kalmamıştı zaten.

"Sende beni bırakma."

Taehyun ne demesi gerektiğini bilemedi. Nasıl cevap vermeliydi? Ne dese omegasının acısını azaltabilirdi? "Bırakmam." Dedi ellerini birleştirirken. "Asla bırakamam."

Beomgyu'nun sesi bir an ciddiye bürünmüş ve kafasını yasladığı omuzlardan kaldırmıştı. "Her kim yapmışsa bul onu." Demişti. Sonra bir anda ruh hali değişmiş ve yalvarır gibi "lütfen." Diye de eklemişti.

Taehyun, Beomgyu'nun ensesinden tutmuş ve tekrar omuzuna yatırmıştı.

"Bulacağım."

BÖLÜM SONU

uzun bir aradan sonra yeni bölüm attım ve kısa olduğu için sövebilirsiniz.

Eva-

Lo♡er / taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin