Yirmi dört

383 37 3
                                    

''Daha ne kadar saklanmaya devam edeceksin Park Chanyeol?! Ben buradayım bak! Ordumun başında duruyorum! Sen ise o çadırdan çıkmaya dahi korkuyorsun!''

''Sen nasıl kralsın böyle?'' Hızla ayağa kalktığımda Wonho anında karşıma geçti. ''Efendim sizi tuzağa çekmeye çalışıyor. Ne olur kanmayın. Onun dediklerini bir tek siz duyuyorsunuz.''

Yaşaran gözlerim ile baktım gözlerine ''Ne zaman bitecek bu Wonho? Aylardır buradayız, bir adım bile ileriye gidemedik. Üstelik Baekhyun için korkuyorum. Kafayı yemek üzereyim.''

Kulaklarımı dolduran hıçkırık sesleri ile hızla ayağa kalktım. ''Wonho, sende duyuyor musun?'' Kaşları çatıldı ''Duymuyorum efendim.''

''Ağlayan kişiyi tanıdın mı Chanyeol?'' sağ kulağıma fısıldanan kelimeler ile yutkundum sertçe. ''Ah Baekhyun gerçekten çok korkuyor gibi görünüyor.'' Sol kulağıma fısıldayan sesi ile nefesim kesildi.

''Yalvarırım bırak beni'' Gözlerimi sıkıca kapattım. ''Yixing yanında. Onu almış olamaz, güvende yixing yanında. Bu sana oynanan bir oyu-'' Hızla açılan çadırın perdesiyle bakışlarım San'ın korku dolu gözleri ile buluştu.

''Bir şey mi oldu?'' diye sordum korkuyla. ''E-efendim Yixing, kampa gelen yolda baygın şekilde bulundu. Ağır yaralı.'' Gözlerim hızla açılırken beynimde bir kahkaha sesi yankılandı. 

''Ya karşıma çıkarsın, yada eşin bir gün bile yaşayamaz Park Chanyeol.'' Hızlı adımlarla ilerledim ve çıktım çadırdan. Üzerimde zırhım ve kılıcımdan başka hiç bir şeyim yoktu. ''N-neredesin?'' diye fısıldadım.

''Kampın bir kilometre gerisinde. Dağ evindeyiz. Bir saat içinde, yalnız bir şekilde gel.'' 

Hızla ilerlemeye başladım atıma. Kolumu tutan kişi Soyeon'dan başkası değildi. ''Chanyeol nereye gidiyorsun?'' Dolan gözlerimi gördüğünde endişelendi. ''Bir şey mi oldu?''

Ellerini sıkıca tuttum. ''Baekhyun'u almış. Oraya gitmek zorundayım. Oraya gidip dönememek var Soyeon. Oğlum ve kızımı koru. Eğer geri dönemezsek Minho büyüyene kadar tahta Wonho geçecek.''

Başını olumsuzca salladı. ''Olmaz yalnız gitmenize izin veremem.'' ''Mecburum. Baekhyun'un hayatı için, yapmak zorundayım. Senden tek isteğim babamı orada çıkartmayın. Sakın.''

Gözlerini kapadı sıkıca. ''Ardından gelelim, söyle nereye gidiyorsun?'' Tam ağzımı açtığım sırada beynimin içinde sesi yankılandı. ''Yalnız!''

''Gelemezsiniz.'' hızla bindim atıma. ''Diğerlerinin yanına git Soyeon.'' 

Dediği yoldan son sürat atımı sürerken dua ediyordum içimden. Çok korkuyordum.

Baekhyun, hamileydi. Ona bebeğimize bir zarar gelirse ne yapardım? Nasıl yaşardım?

Evi gördüğümde nefes nefese indim attan. Koşar adım ilerledim eve. Kapı hafif aralıktı.

Açtığımda ise hızla süzdüm odayı. Oradaydı, bir sandalyede bağlı bir şekilde oturuyordu. Sehun ortalarda görünmüyordu.

Hızlı adımlarla girdim içeri. "Baekhyun, geldim geldim bebeğim korkma." Yaklaşacağım sırada kolumu tutan el ile geriye çekildim.

Sehun ile yüz yüze geldiğimde yutkundum sertçe. "Ne istiyorsun?" Alaylı bir gülümseme ile bakıyordu bana.

"Ne istediğimi biliyorsun. Kan istiyorum." Gözlerimi sıkıca kapattım. "Ben sana hiç bir şey yapmadım." Bir adım daha geldi ve yaklaştı.

"Yaptın, daha küçücüktün ama gözlerimi kör ettin. Savaşı kaybetmeme sebep oldun." Hızla gösterdi kendini "bu bedene bir şey yapmamış olsan da, yıllarca beklememe neden oldun Park Chanyeol. Ve bunun cezasını çekmeni istiyorum."

Hatırladığım gerçek ile gözlerim büyüdü. "S-sen Baekhyun'a zarar vermezsin." Güldü hafifçe "ah sandığımdan daha safsın. Daha yeni mi aklına geldi?"

Hızla ittim ve çektim kılıcımı. "Uzak dur bizden!" "Chanyeol, Chanyeol, Chanyeol. Hiç uslu bir çocuk değilsin."

"Aish bu beden sinirimi bozmaya başladı. Sana zarar vermemek için o kadar çok savaşıyor ki benimle." Alayla güldü "sanırım seni gerçekten seviyormuş, ha?"

Durmadım ve hızla savurdum kılıcımı. Beklemediği için kaçamadı, koluna derin bir kesik açtım. "seni yenebilirim."

Bakışları akan kana kaydı. Gözlerini sıkıca kapattı. Bir kaç kez kapatıp açtığında karşımda artık simsiyah gözleri yoktu.

Sehun'un gözleri vardı.

"K-kaçın, onu tutmaya çalışıyorum. Kaçın efendim." Hızla döndüm ve Baekhyunu iplerinden kurtardım. Tekrar arkamı döndüğümde ise, Sehun orada değildi.

Karanlık, geri dönmüştü.

"Bu kadar basit olacağını mı düşündün gerçekten? Seni bırakmayacağım Chanyeol."

Baekhyun'u hızla arkama aldım. "B-bırak Baekhyun gitsin." Başını olumsuzca salladı. "Yardım getirsin diye mi? Asla."

O anda duyuldu yüksek gürültü dağ evinde. Kapı hızla açılırken içeri giren kişi, Jongin'den başkası değildi.

Kılıcını çekti ve gülümsedi. "Geç kalmadım değil mi?"

Gözlerim şaşkınlık ile büyürken arkasında duran Soyeon ve San'ı gördüm. Sehun'un şaşkınlığından faydalandım ve hızla vurdum elindeki kılıca.

Kılıç yüksek sesle yere düşerken hızla kapı tarafında yaklaşmaya başladım. Baekhyun'u onlara verip, onu güvene almalıydım.

"Hayır." Diye fısıldadı. "B-bu kadar kolay kaybedemem."

Yerdeki kılıcı aldığı gibi beynimde yankılanan çığlıklar ile hızla kapattım kulaklarımı. Yüzündeki şeytani gülümsemesi ile bana bakarken "kaybetsem bile, seni almadan gitmem!"

Her saniye artan çığlıklar ile kulaklarımı daha sıkı kapatırken, savunmasızdım.

Yarım yamalak açık olan gözlerim ile gördüm, San'ın önüme geçtiğini ve beni koruduğunu.

Çığlıklar dışında hiç bir şey duymazken kolumdan geriye çekildiğimi hissettim. Bakışlarım San ve Sehun'u bulduğunda ikisinin öfkeyle birbirlerine baktıklarını, kılıçlarını kuvvetle birbirine bastırdıklarını gördüm.

Zorlukla konuştum. "San'ı koruyun!" Beni dışarı çeken Baekhyun ile çığlıklar azalırken gözlerimi zorlukla açabildim.

Baekhyun bana korku ile bakıyordu. Tüm bedeni korkuyla titrerken güzel dudakları kıpırdıyordu ama hiç bir şey duyamıyordum.

Ardından bir anda kesildi çığlıklar. Her şey sustu. Ne konuşan Baekhyun'un sesi vardı, ne de savaşan San ve Sehun'un sesi.

Geçen saniyelerin ardından duyduğum ilk şey Soyeon'un çığlığı oldu.

"San!"

Signet/ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin