don't you love me anymore

43 5 0
                                    

Günler günleri kovalıyor. Jimin, rutin bir halde okula gidip geliyor, gün içinde de mutlaka Yoongi ile konuşuyordu. Ama artık bu mesafe onu yormaya başlamıştı. Hyungunun yanına gitmek, ona sarılmak, gözlerine bakarak, 'seni seviyorum hyung' demek istiyordu. Babası hâlâ telefon almamıştı. Her seferinde abisinin yanına gitmek zorunda kalıyordu, biricik hyungunu arayabilmek için. Bazen Jin' e ulaşamıyor, Yoongi ile konuşamadığı için çıldırıyordu.

Bu hafta sonu abisi, okulun düzenlediği bir kamp için şehir dışına gidecekti. Tabi telefonunu da beraberinde götürecekti. Üstelik, annesi ve babası da bu haftasonu için kuzenlerinin düğünü için şehir dışında olacaklardı ve Jimin, küçük olduğu için onu da yanlarında götürmek istediler. Jimin, kabul etmedi. Bu yüzden, onu Tae'nin ailesine emanet ederek gitmek zorunda kaldılar.

Jimin, hafta sonunu en yakın arkadaşı olan Tae ile geçiriyordu. Beraber oyun oynadılar, filmler izlediler, ders çalıştılar ama aklında sürekli hyungu vardı. Pazar akşamı olmuştu ve Jimin, iki gündür, Yoongi hyungu ile konuşamamıştı. Elbette, Tae'nin anne ve babasının telefonu vardı ve onlardan telefonlarını kullanmak için ricada bulunabilirdi ama çekindi Jimin, söyleyemedi.

Aklı sürekli Yoongideydi. Acaba, hyungda beni merak etmiş midir diye düşünüyordu. Çok özlemişti hyungunu. Sesini duymak istiyordu. Sağlığı için çok endişeliydi.

Öte yandan Yoongi de küçük meleğini merak ediyor annesine sürekli Jimin aradı mı? diye soruyordu. Annesinin her olumsuz cevabında üzüntüsü katlanıyordu. En sonunda annesine dönüp, "Anne sence Jimin beni unuttu mu? sevmiyor mu beni artık." dediğinde Annesi daha fazla katlanamadi biricik oğlunun üzülmesine ve telefonunu çıkarıp, Jin'in telefon numarasını tuşladı ama maalesef cevap veren olmadı. Annesi anlam veremiyordu, Yoongi'nin bu haline. Yoongi, hastalanmadan önce çok sosyal bir çocuktu ve bir sürü arkadaşı vardı ama hiç kimseyi bu kadar önemsememiş, kimseyi Jimin'i sevdiği kadar sevmemişti. Jimin, Yoongi'nin, yaşama sebebi olmuştu adeta. Annesi buna anlam veremese de, oğlunu hayatta tutan kim yada ne olursa olsun, onun içinde kıymetliydi.

Pazartesi günü, herkes eve dönmüştü. Jin de dönmüştü tabi. Jin, Yoongi'nin annesinin aramasını Pazar akşamı geç saatte görmüş ve geç olduğu için geri arayamamıştı. Annesi, babası ve abisi dönmüştü ama Jimin evde değildi. Babası ve annesi onu almak için komşularının kapısını çaldılar. Kapıyı Tae açtı ve onları içeri davet etti. Jimin, hala uyuyordu yada onlar öyle zannediyordu. Tae'nin ailesi ve Jimin' in ailesi bir süre sohbet ettiler. Annesi, "size de zahmet verdik, ben şu uykucuyu uyandırayım da biz kalkalım artık" dedi ve oğlunu uyandırmaya gitti.

"Jimin, annecim, biz geldik, uyan hadi evimize gidelim, insanlara yeterince zahmet verdik" diyerek sarstı oğlunu ama Jimin uyanmadı. Annesi endişelenmeye başladı, ateşi var mı diye alnına elini koyduğunda, oğlunun ateşinin çok yüksek olduğunu farketti ve eşine seslendi. Herkes telaşla odaya koşturdu. "Noluyor, nesi var oğlumuzun?" diye sordu telaşla Bay Park. Annesi, "ateşi çok yüksek, acilen doktora götürmeliyiz" dedi. Tae, endişeli gözlerle onları izliyordu. Tae'nin ailesi de eğilip özür diledi. Ailesi uzaktayken ona iyi bakamadık diye mahcuplardı. Bayan Park, "olur mu öyle şey, çocuk bunlar elbette hastalanacaklar." dedikten sonra teşekkür ederek eşiyle birlikte oğullarını hastaneye götürmek üzere evden ayrıldılar.

Jin'de kardeşini özlediği için daha fazla dayanamamış, Taelerin evine doğru ilerliyordu ki, babasını, annesini ve babasının kucağındaki kardeşini gördü. Hemen, neyi var diye sordu telaşla. Annesi, "ateşi çok yüksek, sayıklıyor, hastaneye götürüyoruz" diye cevapladı. Jin de bindi hemen arabaya. Jimin, sürekli, özür dilerim, arayamadım seni hyung' diye sayıklıyordu.

Aynı dakikalarda, Yoongi'nin de ateşi yükselmişti. Hissediyordu, meleğinin iyi olmadığını. Doktorlar, hemen müdahale edip, ateşini düşürmeye çalıştılar. Bu ataklar iyi değildi Yoongi için. Bu yüzden annesi, babası, minik tavşanı hepsi endişeliydi Yoongi için. Yoongi de Jimin'in kendi adını sayıklaması gibi o da Jimin'i sayıklıyordu. Bu iki minik kalp birbiri için çarpıyor. Birinin endişesini, üzüntüsünü, diğeri de hissediyordu.

Hastaneye geldiklerinde hemen Jimin' i sedyeye aldılar, doktor muayene ettikten sonra serum takıldı, ateşini düşürmek için. Doktor, anlam verememişti onun bu haline. Jimin, 3 gece boyunca uyuyamamış ve en sonunda üzüntüden hasta olmuştu. Bunu bilen tek kişi vardı oda Jin.

2 saat kadar sonra kendine geldi Jimin. Ama uyandığında gözleri yaşlıydı. Yoongi'yi görmüştü yine rüyasında. Hyungu ona hüzünlü gözlerle bakıyor, hiçbir şey söylemiyordu. Bu yüzden de rüyasında ağlıyordu Jimin, öylede uyandı.

Annesi uyanan oğlunun yanına oturdu ve kendine doğru çekip sımsıkı sarıldı. "Bebeğim, çok korkuttun bizi" dedi. Jimin, odaya çevirdi gözlerini ama beklediği kişi burada değildi. "Anne, hyung döndü mü?" diye sordu. Annesi başını salladı ve diğer oğlunu çağırmak üzere odadan çıktı.

Jin, gelir gelmez kardeşine sarıldı ve " çok korkuttun bizi minik civciv" dedi ve telefonu çıkarıp, Bayan Min'in telefonunu aradı. Ama, açmamıştı telefonu Bayan Min. Oğlunun ateşini hâlâ düşürememişlerdi, uyutuyorlardı. Bu yüzden telefonu sessizdeydi.

"Ona birşey oldu hyung. Rüyamda bana hüzünlü bir şekilde bakıyordu, konuşmadı benimle. Meraktan öleceğim hyung, ona birşey olursa yaşayamam hyung. Ona birşey olmasın" diyerek ağlamaya başladı. Jin' de çok üzgündü. O da ters birşeyler olduğunu hissediyordu. Akşam olmuştu, nihayet Jimin kendine gelmiş ve hastaneden çıkmışlar evlerine gelmişlerdi. Eve girer girmez odasına gitti Jimin. Kendini yatağına bırakıp Yoongi'nin adını sayıklayarak ağlamaya başladı. O sırada Jin, içeri girdi ve telefonu Jimin'e uzattı.

"Jimin" diye seslendi telefonun diğer ucundaki. Jimin, hıçkırarak ağlıyor, cevap veremiyordu. " Meleğim, ağlama! İyiyim ben. Seni merak ettim. Üç gündür konuşamadık. Hasta oldun dimi? Bunu hissettim Jimin. Bu yüzden bende hastalandım. Ateşim yükselmiş. Kendime gelir gelmez sesini duymak istedim. İyi misin şimdi. Yalvarırım ses ver Jimin."

"Hyung!" diyebildi sadece Jimin. Sakinleşmeye çalıştı. Sonra, tekrar konuşmaya başladı ve "hyung, biliyorum, seni unuttuğumu, seni sevmediğimi zannettin. Ama, yemin ederim, bu doğru değil. Ben seni kendi canımdan çok seviyorum. Sana olan sevgim olmazsa, sen olmazsan benden geriye ne kalır." Kardeşini, şaşkınlıkla dinledi Jin. Jimin, onun gözünde hala bebekti. Peki bu bebek, bu kadar ağır duyguları nasıl hissediyor. Bu cümleleri nasıl kurabiliyordu. Bu esnada konuşmaya devam ediyordu Jimin. Hyunguna, neden onu arayamadığını, onun için ne kadar endişelendiğini anlatiyordu. En sonunda "seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi? diye sordu. "Biliyorum meleğim ve bende seni çok seviyorum sende bunu biliyorsun değil mi? diye cevapladı Yoongi. "Biliyorum hyung. Bundan sonra birbirimize ulaşamadığımız zamanlarda da aklımızın da kalbimizin de birbirinde olduğunu biliyorsun." "Biliyorum, meleğim. Benim artık kapatmam lazım. Kendine dikkat et, hastalanma. Sen hasta olunca bende oluyorum ve bu benim için pek iyi sonuçlar doğurmuyor." "Biliyorum, sende iyi olacağına söz ver hyung, benim için, bizim için." " Söz veriyorum meleğim. İyi olacağım ve yanına sağsalim döneceğim. şimdi kapatmak zorundayım. Yarın görüşürüz." "Görüşürüz hyungnim, hoşçakal, seni seviyorum."

"Demek Yoongi hyungunu çok seviyorsun seni sinsi civciv" diye gıdıklamaya başladı Jin biricik kardeşini. Sonra da saçlarına öpücükler kondurdu. Sakın artık üzülme hep böyle gülümse." diyerek kardeşine sımsıkı sarıldı. Jiminde gülümseyerek karşılık verdi abisine. Artık iyi hissediyordu. Hyungu iyiydi, ailesi yanındaydı ve mutlu olmak için başka hiç bir sebebe ihtiyacı yoktu.

Letters that cannot be sent/YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin