11. Yaş

190 19 2
                                    

Çalan zil ile zorla nefes alarak ayağa kalktım. Bugün, seneler sonra eve misafir geliyodu. Kimin geleceğini bilmiyordum, babam sadece hazırlan demişti. Odaya bıraktığı pantolon ve kazağı giymiştim.

Babam bir haftadır bana dokunmuyor odama bile girmiyordu. Bu sabah gelmiş 'misafir gelecek hazırlan' demiş kapıyı açık bırakıp gitmişti. İlk işim dış kapıya koşmak olmuştu ama kilitliydi.

Babam kilitli kapıyı açarak gelen misafirleri karşıladı. "Hoşgeldiniz." Babam yaşlı kadının elini sıktı. "Hoşbulduk."

Yaşlı kadının arkasından iki tane adam, iki tane kadın ve üç tane de çocuk, babama selam verdiler bana da göz ucuyla bakıp salona geçtiler.

Babam bana dönüp kolumu sıkıca tuttu. "Sen kapının önüne çık ben çağırmadan da gelme. Kaçmaya çalışma, bu senin canını fazlasıyla yakar."

Kafamı sallayarak onu onayladım. Kaçmazdım. En azından dışarı çıkmış olacaktım.

Babam misafirlerin yanına salona gitti, bende dışarı çıktım.

Etrafıma bakındım, uzun süredir o odadaydım. Annem neredeyse bir aydır beni yanına almamıştı. Yüzümde ufak bir tebessümle eve yakın olan çocuk parkına yürümeye başladım.

Parka girer girmez gözlerim doldu. Bir çocuk salıncağa binmişti ve annesi gülerek onu sallıyordu, çocuğun babası olduğunu düşündüğüm adam ise elinde telefonla onları çekiyor bu anı ölümsüz hale getiriyordu.

Gözlerimin dolmaması için kafamı başka bir tarafa çevirdim ama gördüğüm şey benim canım daha çok yaktı. 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu koşuyor babası ise arkasından onu kovalıyordu. Hayır, kız korktuğu için değil oyun için kaçıyordu.

"Oyun oynuyoruz Lefu. Sen oyun oynamayı çok seversin."

Kafamı iki yana salladım. Ben altıncı yaşımdan sonra oyun oynamayı hiç sevmemiştim, hatta oyunlardan nefret ediyordum.

Kendimi fazlalık gibi hissettim. Kocaman parkta, anne ve babalarıyla oynayan çocukların içinde fazlalık gibi hissettim.

Burnumu çekerek sırtımı parka döndüm. Mutlu aile tablosu izlemek istemiyordum.

Etrafıma bakındım, oturacak bir yer aradım. Nefesim kesilmeye başlamıştı, zor nefes alıyordum. Bir süredir çok çabuk yoruluyordum. Göğsüm ağrıyordu ve yemek yemediğim halde kilo almıştım.

Geri eve gidip uyusam nasıl olurdu? Babam ben çağırmadan gelme, demişti. Çok kızardı.
Yine de eve gitmeye karar verdim. İçeri girmezdim, kapıda otururdum.

Son kez arkama baktım. Aileleriyle oyun oynayan çocuklara, gülen yüzlere. Ufak bir gülümsemeyle parka tekrar arkamı döndüm. Bu Dünya da cenneti yaşayanlarda vardı, benim aksime.

Eve gelmiştim, babam beni içeri almıştı ve şu an yaşlı kadın bana ben yere bakıyordum. "Bana bak, kızım."

Yaşlı kadının sesiyle kafamı kaldırarak ona baktım. "Gözlerin, annenin gözlerinin aynısı..."

"Annemi nereden tanıyorsunuz?" Yaşlı kadın cevap vermek yerine koltuğun yanında ki kutuyu bana uzattı. "İyi ki doğdun, küçük."

Bugün doğum günüm müydü? Yaşlı kadın bunu nereden biliyordu? "Doğum günümü nereden biliyorsunuz?" Kadın cevap vermek yeri hafifçe gülümsedi.

"Senin doğduğun gün benim çocuğumun ve eşinin öldüğü gün." Yüzünde ki gülümseme yerini nefrete bırakmıştı. Neden ölmelerinin suçlusu benmişim gibi bakıyordu bana?

"Üzüldüm,"

Kadın alayla gülümsedi, "Üzgün müsün? Eminim üzgünsündür, Lefu."

Neden böyle dediğini anlamamıştım ama üstelemedim. Uzattığı kutuyu elinden alarak açtım. Kutunun içinde siyah bir kurdale vardı. Anlamı neydi bunun? Bunu bana neden almıştı?

"Ve Lefu, sen doğum gününü artık annenin ölüm günü olarak bileceksin." Onun gülümseyerek söylediği cümle benim cehennemimdi. "Başın sağolsun, kızım."

Bir insan cehennemin içindeyken üşüyebilir miydi? Üşüyordum. Cehennemdeydim ve üşüyordum. Elimde siyah bir kurdele ve gülerek bana bakan kadının önü benim cehennemimin asıl başladığı yerdi.

"Ne saçmalıyorsun?" Zorla konuşmuştum. Yalan söylüyordu. Gerçek olsa babam şu an gülmezdi. Gülmezdi değil mi? Yalandı bu?

Cevap vermedi, gülümsemeye devam etti. Hatta rahat bir şekilde arkasına bile yaslandı.

Zorlukla nefes alıp ayağa kalktım. "Yalan söylüyorsun?" Yaşlı kadın sesli bir kahkaha attı. "Doğduğun gün senin lanetli olduğunu söylemiştim. Bak. Senin doğduğun gün ve yine birisi ölüyor." Tekrar kahkaha attı. Lanet mi? Ben mi?

Kafamı iki yana sallayarak geriye bir adım attım. Sağ tarafımda ki adam da bir kahkaha attı. "Artık tamamen yalnızsın, Lefu."

"Ne saçmalıyorsunuz siz?" Sesim beklediğimden yüksekti ve titriyordu. Tekrar geriye bir adım atmam ile kapının zil sesi duyuldu. Kafamı çevirerek kapıya baktım. Annem gelmişti, bunların hepsi yalandı. Koşarak kapıyı açmaya gittim. "Anne!"

Kapı açtığımda beklediğim annemdi ama kapıda ki kişi genç bir kadın ve kız kardeşimdi. Ağlıyordu. Kardeşim, ağlıyordu.

"Abla..." İç çekerek bana sarıldı. "Abla, annem..." Yalandı. Annem ölmemişti, ölemezdi. Hem bana söz vermişti, beni yanına alacaktı, mutlu olacaktık. Ölmemişti, yalandı.

"Abla, annem öldü."

Üç kelime, on üç harf nasıl bir insanın cehennemini başlatabilirdi? Başlatmıştı. Sadece benim değil kardeşimin de cehennemini başlatmıştı.

"Mehir, güzelim, bunu sana kim söyledi?" İç çekti ve konuşmaya başladı.

"Kimse söylemedi abla," Tekrar derin bir nefes aldı. "Dün gece annem benim yanıma geldi, birlikte uyuduk. Sabah uyandığımda annem hala uyuyordu. Ona seslendim ama uyanmadı." Daha sonra unutamayacağım o cümleyi kurdu. "Çok çırpındım uyanması için ama o sonsuz bir uykuya yatmıştı."

Ama o sonsuz bir uykuya yatmıştı.

Ama o sonsuz bir uykuya yatmıştı.

Sonsuz bir uykuya yatmıştı.

Sonsuz bir uyku...

Lefu, o gün kardeşine sarılarak ağladı. Annesine ağladı, cehennemine ağladı, kardeşinin ruhunun onun ruhuyla birlikte ölümüne ağladı.

VEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin