Mehir'in vedasının üstünden tam 5 gün, bu eve geleli ise tam 2 gün olmuştu.
Bu iki günde çok az uyumuş, uyuduğumda da kabus görüp uyanmıştım. Her kabus görüp sıçrayarak uyandığımda karşı koltukta beni izleyen bir çift bulut rengi gözle karşılaşıyordum.
O benim ilk kurtarıcımdı. Her ne kadar yalan söyleyerek yardımını geri çevirsem de, o beni kurtarmaya çalışmıştı. Onu unutmamıştım. Hem bir insan kurtarıcısını nasıl unutabilirdi ki?
Oturduğum koltuktan kalkarak yattığım odaya gitmek için arkamı döndüm. Berge, yani bulut gözlü çocuk elinde ki kitabı bırakarak hızla ayağa kalktı. "Şey," Arkamı dönmeden cümlesini tamamlamasını bekledim. "İki gündür hiç yemek yemiyorsun, istediğin bir şey var mı onu yapayım da ye?" Yemek istemiyordum, sadece uyumak istiyordum. "Sadece uyumak istiyorum."
"Yedikten sonra uyusan?" Derin bir nefes alarak arkamı döndüm. Kahverengi saçlarını siyaha boyatmıştı, mavi gözlerinde endişe vardı. "Uyumak istiyorum. Uyandığımda yerim." Gözleri yüzümde gezindi. Yutkunarak kafasını onaylar şekilde salladı. "Korkarsan..." Gülümsedim. "Gelirsin Berge, biliyorum." O da benim gibi gülümsedi.
Arkamı dönerek bana kalmam için verdiği odaya girdim. Arkamdan kapıyı kapatarak yavaş adımlarla yatağa yatıp gözlerimi kapattım. Mehir'e güzel şeyler zaman alır, demiştim, neden zaman güzel şeyleri almıştı? Aklımdan çıkmıyordu, özür dilemesini unutamıyordum. "Ben özür dilerim, Mehir." Yatakta yan dönerek dizlerimi kendime çektim.
Hava soğuktu, Mehir üşüyor muydu? O geceden sonra sanki bulutlar bile ağlıyordu, Mehir için. Yağmur damlaları hızla cama çarpmaya başladı. Bulutlar ağlıyordu, ben ağlıyordum.
Babamın olmadığı bir hayat hayal ettim, annemle Mehir'in olduğu bir hayat. Lunaparka gittiğimiz, birlikte gezdiğimiz, dondurma yediğimiz, parka gittiğimiz bir hayat. Çok muydu istediklerim? Normal bir hayatımız olsaydı olmaz mıydı? Tanrı bize neden acımamıştı ki?
Ne kadar süre bu hayale sarıldım bilmiyorum ama beni gözlerimin daldığı duvardan ayıran gök gürültüsü ve ardından da çakan şimşekle ağzımdan beklenmedik bir çığlık koptu. Göz yaşlarım hızlanmaya başladı. Sanki, gök gürültüsü küçük bir kızın sessiz ağlayışı, şimşekler ise çığlıklarıydı. O küçük kız bendim. Gök gürültüsünden korkmuştum ve babamın yanına koşmuştum. Ben babama güvenmiş, beni küçük kızın ağlayışından kurtaracağı için sevinmiştim. Ama o, küçük kızın ağlayışını çığlıklara çevirmişti.
Kulaklarımı kapattım. Küçük kızın ağlayışını ve çığlıklarını duymak istemiyordum. Dizlerimi kendime daha fazla çekerek ellerimle sıkıca kulaklarımı kapattım. "Dur artık!" Akan gözyaşlarımı hızlıca elimin tersiyle silerek avuç içimi kulaklarıma bastırdım. "Yalvarırım dur artık! Korkuyorum!" Odanın kapısı hızla açıldı. Berge, korkuyla koşarak yanıma geldi ama kafamı çevirip ona bakamadım. Pencereye odaklanmıştım, Berge'ye bakamıyordum. Hızlıca yatağın etrafında dolanıp gözlerimin hizasında diz çökerek gözlerimi pencereden ayırmamı sağladı. "Korkma..." Kafamı iki yana sallayarak avuç içimi kulaklarımı bastırmaya devam ettim. Gözlerimin içine bakıyordu, neden gözlerime bakıyordu? Titreyerek gözümü kapattım. "Lefu..." Sesi titremişti. Yeni kapattığım gözlerimi yavaşça açarak ona baktım. Gözlerim sol gözünden akan yaşı takip etti. Sesler kesilmiş miydi yoksa ben mi artık duymuyordum? Avuç içimi kulaklarıma bastırmayı bıraktım. Titreyen parmak uçlarımla gözünden akan yaşı sildim. Zaman durmuş gibi hissediyordum. Benim yüzümden ağlıyordu. Berge benim yüzümden ağlıyordu.
"Özür dilerim," titreyen sesimle hıçkırıklarımın arasından zorlukla söylemiştim bu iki kelimeyi. Elleri gözlerimden akan yaşlara dokundu. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Diz çöktüğü yerden kalkarak yavaşça ayak ucuma oturdu. Ona bakmak için yatakta oturdum. "Neden benden özür diliyorsun Lefu? Benim senden binlerce kez özür dilemem gerekirken sen neden özür diliyorsun?" Ne diyeceğimi bilemedim. Ben hep suçlu olurdum, şu an suçsuz muydum? "Benim yüzümden ağlıyorsun," Gözünden akan yaşı tekrar parmak ucumla silerek parmağımda ki ıslaklığı ona gösterdim. "Bak." Gülerek başını eğdi. Bunu nasıl yapıyordu? Az önce korkudan titrerken şu an gülmek istiyordum? Neydi bu? "Hastayım galiba ben," başını hızlıca kaldırarak bana baktı. "Noldu? Neyin var? Bir yerin mi ağrıyor? İlaç getirmemi ister misin?" Kafamı iki yana salladım. "Öyle değil, az önce ağlıyordum ama şu an gülmek istiyorum." Ciddiyetle beni dinlerken bunu dememi beklemiyormuş gibi kocaman gülümsedi. "Benim gülmem Mehir'e ihanet olmaz mı?" Gülüşünün yüzünde donduğunu ve yavaşça solduğunu gördüm. "Bilmem, Mehir mutlu olmanı isterdi bence." Yutkunarak başını eğdi. "Ama o hiç mutlu olmadı." Kelimelerimin bıçak gibi ona saplandığını hissettim. Konuşmakta gülmekte istemiyordum.
Dışarı gök gürlemiyordu, yağmur da yavaşlamıştı. Kaçmak istediğimi hissettim. "Ben duş alabilir miyim?" Belki su iyi gelirdi.
Düşüncelerinden sıyrılmış gibi kafasını kaldırarak onayladı. "Ben sana banyonun yerini göstereyim," kafamı sallayarak onayladım ve yavaşça ayağa kalktım. O da ayağa kalkarak odadan çıktı ve üst katta ki küçük koridorun sonuna ilerleyerek bir kapıyı açtı. "İhtiyacın olabilecek şeyleri almıştım. Küçük dolapta bulabilirsin." Buraya ilk geldiğimiz gün akşama doğru dışarı çıkmış yemek yapmak için malzemeler, benim ihtiyacım olabilecek şeyler, gelirken yanına bir şey alamadığı için kendine ve bana kıyafetler almıştı. Kafamı sallayarak kapıdan içeri girip kapıyı kilitledim.
Üstümde ki kıyafetleri çıkartarak kendimi sıcak suyun altına bıraktım.Lefu kurtulmuştu. Ya da kurtulduğunu sanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEDA
Teen Fictionİstenmeyen, Azrail'in bile unuttuğu bir kadın. Bu kadına aşık bir adam. "Oyun oynuyoruz Lefu. Sen oyun oynamayı çok seversin."