Adımlarım girdiğim sokak ile yavaşlamaya başladı. Etrafıma bakınmaya başladım, onu arıyordum ama her zamanki gibi yoktu. Senelerdir nerelerdeydi? Ne yapıyordu?
Yavaş adımlarla onun kaçmaya çalıştığı sokaklarda yürüdüm. Küçük, kızıl kız bu sokakta zıplamış, etrafında dönmüş ve "Kurtuldum!" diye bağırmıştı. Sonra babası gelmiş onun mutluluğunu boğazına düğümlemişti. Onu kurtarmaya çalışmıştım ama o yardım istememişti, polislere yalan söyleyerek. Babam uzun süre Azmi Payidar'ın peşini bırakmamıştı ama hiçbir şey yapamadığı için peşini bırakmıştı.
Sokakta mikrafondan gelen bir cızırtı duyuldu ardından sela okunmaya başladı. Sela okunmasından korkardım, babam öldüğünden beri. Adımlarımı durdurarak selayı dinlemeye başladım, acaba kim bu dünyaya veda etmişti? "Vefat eden mümin kardeşimiz," diye başladılar bilgi vermeye ve sonra devam ettiler. "Mehir Payidar," Azmi Payidar, Mehir Payidar. O muydu? Olamazdı. Sadece basit bir soy isim benzerliğiydi. O değildi, veda eden kızıl kız olamazdı. Kalbimde bir ağrı oldu.
"Cenaze namazı, yarın öğle namazında ... camisinde kılınacaktır." Nefesimin kesildiğini hissettim. O olabilir miydi? Yarın o cenazeye gidip kızıl kız olup olmadığını kontrol mü etmeliyim? Oysa ne yapacaktım? Adımlarım eve yöneldi ve gün boyu onun olma ihtimaliyle yüzleştim, bu benim kalbimde ki sızının artmasına sebep oldu.
Ertesi gün...
Derin bir nefes alarak camiye yürümeye başladım, evden fazla uzakta değildi. "Lanetli diyorlar o kız için." Dedi yanından geçtiğim binanın önünde oturan teyzelerden biri. Diğer teyzede onu cevapladı. "Yine de yazık kıza kardeşi ölmüş sonuçta." Kaşlarımı çatarak adımlarımı yavaşlattım. "İntihar etmiş diyorlar doğru mu ki?" İntihar mı?
Fazla dikkat çekmemek için hızla camiye yürümeye başladım.
Hızlı adımlarla cenaze namazının kılınacağı caminin bahçesine girdim. Birisi öldüğünde cenazesi kalabalık olmaz mıydı? Neden burası boştu? Etrafıma bakınarak birilerini aradım ama kimse yoktu. Kaşlarımı çatarak caminin arkasına yürüdüm.
Bir tabut, önünde diz çökmüş ağlayan kızıl bir kız, onunda arkasında yüzünde iğrenç bir ifadeyle dikilen bir adam ve boş bir bahçe.
"Mehir!" Kalp atışlarım hızlandı yada yavaşladı bilmiyorum ama ölecek gibi hissettim. "Uyan ne olursun!" Yutkundum. "Mehir'im, uyan hadi parka gidelim." Omuzları daha fazla sarsılmaya başladı. "Mehir, o adamlar yok. Hadi uyan, lütfen." Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve gülümsemeye çalıştı ama başarısız oldu, dudakları titriyordu. "Mehir, lunaparka gidelim mi?"
Yutkunmaya çalışarak sol gözümden akan yaşı sildim. "Mehir, özür dilerim. Sana iyi bir abla olamadım, çok özür dilerim." Kafamı iki yana salladım. "Sözümü tutamadım Mehir, beni affedebilecek misin?" Arkamdan bir kaç kişinin adım seslerini duydum. Kızıl kızın arkasında ki adam gelenlere bakarak yaklaşmaya başladı ve o an göz göze geldik. Bu oydu, Azmi Payidar. Arkamdaki yabancıların yanına giderek onlarla ön tarafa yürüdü.
Yavaş adımlarla zaten yakınımda olan tabuta yaklaşmaya başladım. Sarı saçlı, koyu kahverengi ama bir o kadarda gri gibi duran gözlere sahip bir kızın resmi vardı tabutun önünde.
"Mehir, ben ne yapacağım sensiz?" Gözümde ki yaşları silerek kızıl kıza yaklaşmaya başladım. Bu oydu, ilk gördüğüm anda bakmaya doyamadığım saçlarından anlamıştım bunu. "Neden beni çaresiz bıraktın Mehir?" Tam arkasında durarak ona bakmaya başladım. "En azından ellerimi çözseydin Mehir, belki seni kurtarırdım." Soluna bir adım adım atarak yavaşça yanına diz çöktüm. Yüzünün sol tarafında el izine benzeyen bir morluk vardı, gözleri ağlamaktan olsa gerek kızarmıştı.
Buradayım, demek istedim ama yapamadım. Elimi uzattım destek olmak için ama dokunamadan geri çektim. Dudaklarımı araladım ağlama, demek için ama boğazımda ki düğüm canımı yaktı ve dudaklarımı geri kapattım. Derin bir nefes aldım.
Kızıl kızın her bir gözyaşının kalbime aktığını hissettim. Yavaşça burnumu çekerek başımı önüme eğdim. Sanki o an yanında durduğunu fark etmiş gibi kafasını kaldırarak bana baktı. Bende kafamı kaldırdım ve o an yıllarca o sokakta beklediğim kızın gözlerini gördüm.
İnsan değişirdi: kişiliği, yüz hatları, vücudu... Sadece gözleri değişmezdi, gözler her zaman aynıydı.
Kızarmış gözleri eski bir dostuna bakar gibi baktı ve kafasını geri önüne eğdi. Tanımış mıydı bilmiyordum. "Ağlama lütfen," derin bir iç çekti, kafasını iki yana salladı. Elimi tekrar kaldırdım, tereddüt ederek omzuna koydum ve hafifçe sıktım. "İyi bir ablasın." Kafasını tekrar iki yana salladı. "İyi bir abla olsam kardeşimin ölümünü çaresizce izler miydim?" Boğazımda ki düğümün geçmesi için yutkundum. "Annem de öldü Mehir de, ne yapacağım ben? Neden beni yalnız bıraktılar?" Hıçkırıkları arasında, nefesi kesildiği için kekeleyerek titreyen sesiyle sorduğu soruların altında ezildim. "O gün polislere yalan söylemeseydim Mehir yaşıyor olacaktı, hepsi benim suçum öyle değil mi?" Kafamı iki yana salladım. "Senin suçun değil, sen sadece korktun."
Burnunu çekerek tekrar kafasını iki yana salladı. " Hayır, hepsi benim suçum. Onu koruyamadım." Elimin tersiyle yanaklarımı silerek tekrar burnumu çektim.
Okuduğum bir kitapta sarılınca geçiyordu, belki sarılsam geçerdi?
"Sana sarılmama izin verir misin?" Sorumu yanıtsız bırakmasına rağmen evet dediğini hissettim.
Her ne kadar tereddüt etsemde omzundan kendime çekerek sarıldım. İki koluyla kolumdan destek alarak daha fazla ağlamaya başladı. Gözlerimi kapatarak kafamı eğdim. Kokusunu içime çekmek istedim ama rahatsız olabilirdi. Kafamı kaldırarak etrafıma bakındım. Babası o yabancılarla birlikte bahçeden gitmişti. Hızlıca kafamı eğip kızıl kıza baktım. "Baban yok," ne yapayım der gibi baktı. "Kurtulabilirsin. Seni bu sefer kurtarabilirim, hadi ayağa kalk.". Kafasını iki yana salladı. "Mehir'i bırakamam." Hızlıca ona sarılmayı bırakıp ayağa kalktım. "O senin kurtulup mutlu olmanı ister kızıl kız. Hadi gel benimle." Tutması için elimi uzattım. Gözyaşlarını silip burnunu çekerek bir tabutta ki kardeşine bir de uzattığım elime baktı. Kafasını iki yana salladı. Derin, titrek bir nefes alarak etrafına bakındı. 'Hadi' der gibi elimi uzatmış tutmasını bekliyordum. Etraftan gözlerini çekip tekrar tabuta baktı ve sonra tekrar uzattığım elime. Kararsız kalmıştı. En sonunda elimden tutarak ayağa kalktı. Son kez kardeşinin içine koyulduğu tabutu öptü. "Geri geleceğim Mehir," Bakışları bana döndü. "Gidelim."
Rahatsız olmaması için elini bırakıp üstündeki hırkanın kolunu tutum ve arka taraftan koşmaya başladım. Babası ön tarafta olmalıydı. Elini bırakarak ön tarafa yürüdüm. Babası ordaydı ve yabancılarla konuşuyordu. Sessiz adımlarla geri yanına dönüp hırkasının kolunu tuttum ve koşmaya başladım.
Koşarken çok ses yaptığımızı fark ederek parmak uçlarımıza yükselerek koşmaya başladık. Nereye gidiyorduk bilmiyordum. Eve gidip arabamın anahtarını ve şehir çıkışına yakın olan evin anahtarını almalıydım. Onu oraya götürebilirdim.
Daha fazla hızlanarak evin önüne geldik. Hızlıca cebimden anahtarımı çıkarıp içeri girdim ve direkt odama koştum. Annem arkamdan "Nereye oğlum?" Diye bağırmıştı. "Bir süre arkadaşımda kalacağım anne merak etme." Diyerek onu yanıtladım, çekmeceden arabanın ve gideceğimiz evin anahtarını alıp hızlıca evden çıktım. Kapının önünde ki arabayı açarak kızıl kıza içine binmesini söyledim ve sürücü koltuğuna yerleştim. O da yolcu koltuğuna oturdu ve aceleyle arabayı çalıştırarak sürmeye başladım.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Onu kurtarmıştım? Sanırım. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kızıl kıza baktım, durgun görünüyordu. Gülümsememin yüzümden silinmemesi için çaba göstererek konuşmaya başladım. "Berge ben, Berge Yılmaz." Bakışlarını izlediği yoldan bir kabusdan uyanır gibi çekerek bana yöneltti. "Lefu bende. Onun soy adını taşımaktan nefret ettiğim için tek isim, Lefu." Gülümseyerek kafamı onaylar şekilde salladım ve gideceğimiz yere sürmeye başladım.
Ben Berge Yılmaz, senelerdir o sokakta beklediğim kızıl kızı bugün kurtardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEDA
Teen Fictionİstenmeyen, Azrail'in bile unuttuğu bir kadın. Bu kadına aşık bir adam. "Oyun oynuyoruz Lefu. Sen oyun oynamayı çok seversin."