Elimde ki tarağı sertçe tekrar saçlarıma daldırdım. Berge karşı koltuktan beni izliyordu. Saçımı çekiştirerek taramaya çalıştım. "Canın yanacak." Tekrar tarağı saçlarımdan geçirirken cevap verdim. "Alıştım." Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Tekrar tarağı kaldırarak saçlarımı taramaya devam ettim. "Saçlarını ne zaman kestirdin? Çok uzunlar." Elimde ki tarak duraksadı. Babam her sene saçlarımı kısacık kesiyordu ve sonra tutamadığı için beni dövüyordu. Saçlarım da sanki bana küsmüştü, iki sene içinde sadece belime kadar uzayabilmişti. "Yaklaşık iki sene önce." Kaşlarını kaldırdı, "Benim taramamı ister misin? Canın yanıyor." Kafamı hızla iki yana salladım. "Hayır, gerek yok." Zorlada olsa saçlarımı tarayarak tarağı kenara bıraktım. Yine Berge'nin aldığı tokalardan birisiyle saçımı toplamaya çalışıyordum ki Berge tekrar konuştu: "Islakken saçını bağlama başın ağrır," dutaksayarak Berge'ye baktım. "Ne alaka? Niye ki?" Omzunu silkerek bakışlarını telefonuna indirdi. "Bir yerde görmüştüm sadece." Bende onun gibi omuz silkerek saçlarımı serbest bıraktım.
Arkama yaslanarak boş boş etrafa bakınmaya başladım. Yıllar sonra o evden kurtulmuştum ama bunun bir önemi kalmamıştı. Mehir yoktu, Mehir kurtulamamıştı. Nasıl yaşayacaktım ki bundan sonra? Hep burda mı kalacaktık? Babam bizi yakalardı. Bizi yakalarsa ne yapardık? İkimizin de çok fazla canını yakardı. Ben alışmıştım peki ya Berge ne yapacaktı? "Babam bizi bulabilir mi?" Aniden sorduğum soruyla Berge şaşkın bakışlarını telefondan kaldırdı. "Birisi söylemezse bulamaz." Bakışlarımı korkuyla pencereye çevirdim. "Ha birisi söylemişse? Babam bizi bulursa?" Berge de pencereye bakıp bakışlarını geri bana çevirdi. "Korkma, burda olduğumuzu sadece annem biliyor ve o da yerimizi söylemez." Tereddütle bakışlarımı Berge'ye çevirdim. "Söylemez değil mi, emin misin?" Berge gözlerini kaçırarak cevap verdi. "Söylemez." Kaşlarımı çatarak kuşkuyla ona baktım, "Neden gözlerini kaçırdın, annen yerimizi söyler değil mi?" Derin bir nefes alıp oflayarak ağzından nefesini geri verdi. "Bilmiyorum Lefu, bilmiyorum."
Ne demek bilmiyordu? Annesi yerimizi söylemiş olabilirdi, burdan gitmemiz lazımdı. Korkuyla ayağa kalkarak bana verdiği odaya koştum. Arkamdan o da kalkarak benimle birlikte odaya girdi. "Ne yapıyorsun?" Tereddütle sorduğu soruyu duymazdan gelerek aldığı montu üstüme geçirip odadan çıktım. Arkamdan koşarak önüme geçip beni durdurdu. "Lefu, nereye gidiyorsun? Annem yerimizi söylememiştir, endişe etme. Çıkart montunu da oturalım. Hadi, lütfen." Kafamı hızla iki yana salladım. Annesinin söyleme ihtimali varsa, bu küçücük bir ihtimal bile olsa burda duramazdım. Şu an babam buraya geliyor bile olabilirdi. "Sen de montunu giyin gidelim burdan, ne olur ne olmaz." Berge fikrimi değiştirmem için kısa bir süre gözlerime baktı.
En sonunda pes edip oflayarak odasına koştu ve çok geçmeden üstünde montuyla geri geldi. Kapıyı açarak hızlıca arabasına doğru yürüdü. Ben de hızlıca arabanın yanına giderek ön yolcu koltuğuna oturup kemerimi taktım, oda sürücü koltuğuna oturup kemerini takarak arabayı çalıştırdı.
Korkuyordum. O eve, o odaya tekrar hapsolmaktan deli gibi korkuyordum.
Issız sokaklarda hızlıca ilerliyorduk, korkum ilerledikçe artıyordu. Sanki ilerledikçe babama yaklaşıyorduk.
Korku içinde geçirdiğim beş dakikanın sonunda Berge arabayı durdurmak zorunda kalmıştı. Babam arabasından ağır hareketlerle indi. Korkuyla Berge'ye baktım. "Geri sür, çabuk!" Berge kafasını iki yana salladı, arkamı dönüp geriye baktığımda iki tane arabanın arka tarafta durduğunu gördüm. Kapımızın sertçe açılmasıyla arkama bakmayı kesip kapıyı açan adama baktım. Yirmili yaşlarda sarışın bir adamdı. Geriye giderek adamdan kaçmaya çalıştım. "Lütfen, yalvarırım bırak beni." Dediğimi duymamış gibi kolumu tutarak arabadan dışarı sürükledi. Sol tarafımdan Berge'nin sesini duydum: "Ona dokunma!" Hızlıca kafamı ona çevirdim, onu da iki tane adam kolundan tutuyordu.
Sarışın adam arabanın önüne kadar sürükleyip bıraktı. "Bırakın beni!" Berge'nin çırpındığını gördüm ve babamın ayak seslerini duymaya başladım. Ağır adımlarla yürüyerek tam önümde durdu. "Eğer ona dokunursan, ona zarar verirsen yemin ederim seni öldürürüm." Babam küçük, kısa bir kahkaha attı. "Ah oğlum, babana çok benziyorsun." Babasını nerden tanıyordu? Bakışlarımı solumda ki Berge'ye çevirdim. Bakışlarına nefret bulaşmıştı, şu an bıraksalar Azmi Payidar'ı öldürebilecek gibi duruyordu gözünde ki nefret. Öne atıldığında yanında ki iri -dev'e benzeyen- adamlar daha sıkı tutarak gitmesine izin vermediler. Bakışlarımı geri babama çevirdim. Yüzünde ki gülümsemeyle konuşmasına devam etti, "Baban da karışmaması gereken olaylara fazla burnunu sokmuştu ama bak şu an nefes dahi alamıyor." Dudaklarını büzerek üzülmüş gibi yaptı. Berge'nin babasına ne olmuştu? Hangi olaya karışmıştı? Berge'nin babası kimdi?
Babam bakışlarını Berge'den çekerek bana baktı. "Ah güzel kızım, özledin mi beni?" Donuk bakışlarımı baba kelimesini hak etmeyen adama diktim. "Tabiki çok özledin, hadi gel evimize gidelim." Kafamı hızlıca iki yana sallayarak korkuyla geriye kaçmaya çalıştım. Bakışları arkamda ki bir noktaya döndü, o anda arkamdaki adamlardan birisi kokunu boynuma doladı ve kafamı geriye yatırarak elinde ki iğneyi boynuma sapladı.
Bedenim güçsüzleşirken kafamı sol tarafa çevirdim. Gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey Berge'nin bir arabaya zorla bindirilmesiydi.
Genç adam her zaman ki gibi aynı yere gelmişti. Bu sefer hazırlıklıydı, yanında keskin bir bıçak getirmişti. Günün ilk saatlerinde sevdiği kadının çığlıklarını dinlemişti. Bir şey yapamıyordu ve bu onu resmen öldürüyordu. Ama tehlikeye de atamazdı, babası zaten onun yüzünden ölmüştü annesini koruması lazımdı.
10 yaşında görmüştü küçük kızı, babası küçük kıza kötü davranıyordu. Bir şey yapmalıyım diye düşünerek evlerine kadar takip etmişti onları. Kısa bir süre sonra küçük kızın çığlıklarını duymuş ve cebinde ki annesinin telefonuyla hızlıca babasını aramıştı. "Burda bir kız çığlık atıyor baba, ben kurtarmaya çalıştım 'bırak onu' dedim ama bırakmadı. Gelip onu kurtarabilir misin çok korkuyor." Demişti ve kendince evin yerini tarif etmişti babasına. Babası hemen gelmişti ama küçük kız kurtulamamıştı. 'babam bana iyi davranıyor' demişti orda ki polise. Korkmuş muydu yoksa tembihlenmiş miydi bilmiyordu küçük çocuk. Yine de pes etmemişti, o günden sonra ara ara o evin yanına geliyordu. Bir süre sonra her gün gelmeye başlamıştı. Her sabah buraya gelirdi ve kızıl kızın dışarı çıkmasını beklerdi. Babasının ölümüne sebep olduktan sonra gece gelmeye başlamıştı buraya ve asıl o zaman görmüştü burda ki cehennemi.
Her gece buraya gelir dinlerdi sevdiğinin çığlıklarını. Ama çaresizdi, kurtaramıyordu sevdiğini.
Genç adam derin bir nefes alıp parmak uçlarında yükselerek cebinde ki bıçağı yüksekte ki küçük camın kenarına koydu. Tek umudu bu bıçağı sevdiği kızın bulmasıydı. Genç adam nefesini vererek duvardan uzaklaştı ve yavaş adımlarla evden uzaklaşmaya başladı. Ev gözden kaybolmadan arkasını dönerek eve baktı ve gülümseyerek şu cümleyi kurdu: "Umarım o evden kurtulursun, küçük kızıl kız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEDA
Teen Fictionİstenmeyen, Azrail'in bile unuttuğu bir kadın. Bu kadına aşık bir adam. "Oyun oynuyoruz Lefu. Sen oyun oynamayı çok seversin."