İnsan doğru andan itibaren yaşayacağı şeyler bellidir. Doğduğu anda kaderi yazılmıştır. Ben doğduğumda ise kaderime sadece acı yazılmıştı. Acı çekiyordum, canım çok yanıyordu ama susuyordum. Ön yolcu koltuğunda babamın oturduğu arabanın arka koltuğunda yolu izlerken düşünüyordum: Berge'nin de canı yanacak mıydı?
O sadece beni kurtarmaya çalışmıştı, bir suçu yoktu. Başka arabaya bindirilmişti, çığlıkları hala kulaklarımdaydı. Bayıldığımda son gördüğüm yüzün onun yüzü olması bana lütuf gibi geliyordu şu an. Bu arabada olmaktansa onun yanında olmayı yeğliyordum.
Arabanın tekerlekleri cehennemim olduğunu düşündüğüm evin yanında yavaşladı. Bir zamanlar 'babam' dediğim ama şu an cehennemi yaşatan adam yavaşça arkasını döndü. O an yüzünde ki gülümsemeden, hayır, yüzünden tiksindiğimi fark ettim. "Evine hoş geldin kızım." Boş bakışlarım gözlerine zorlukla tutunuyordu. "Hadin in arabadan da mutlu olduğumuz yuvaya girelim." Mutlu olduğum yuva?
Bir insan cehenneminde nasıl mutlu olabilirdi? Boş bakışlarıma nefretin bulaştığını hissettim. Kafamı yavaşça cama doğru çevirdim. Kısa bir süre, dışından cennet gibi duran ama içinde bana cehennemi yaşatan evi izledim. Hazır değildim. O odaya girmeye, bu eve girmeye, hatta bu mahalleye girmeye bile hazır değildim.
Arabanın kapısı açıldı ve Azmi Payidar arabadan indi. Eve doğru gidecekken benim inmediğimi fark ettiğinde arkasını dönerek arabanın camına vurdu. Yardım istercesine sürücü koltuğunda ki adama baktım. Bana bakmıyordu, gözleri arabanın ön camından dışarıda bir yere dalmıştı. Kafamı iki yana sallayarak arabadan indim. Bu adam kesinlikle aptaldı.
Azmi Payidar gülümseyerek benim geçmem için kenara çekildi. Bakışlarım ev demeye dilimin varmadığı o beton yığınına döndü. Bir yere ev demek için kendimizi o evde huzurlu hissetmemiz gerekmez miydi? Ya da o evde içinde ki insanlarla mutlu olmamız? Ben bu evde ne huzurluydum ne de içinde mutluydum. Ben bu eve ait değildim, ne Mehir bu eve aitti ne de ben.
O oda da nasıl duracaktım? Mehir olmadan nasıl uyuyacaktım? Hem Mehir tek başına üşüyor olmalıydı. Gece uyurken sürekli üstünü açıyor diye söylenirdim şimdi ise üstüne açamayacağı toprak atılmıştı. Acaba ölüm ona mutluluk getirmiş miydi?
Sol gözümden akan yaşı elimin tersiyle silerek yavaş adımlarla kapıya yürüdüm. Onun önünde ağlamak istemiyordum.
Kapının önünde durarak kapıyı açmasını bekledim. Ağır adımlarla yürüyerek yanımda durdu ve cebinden anaharı çıkartarak kapıyı açtı. Açılan kapıyla bir süre olduğum yerde durdum. O odaya girersem belki ölene kadar bir daha çıkamayacaktım, bunu biliyordum.
Azmi Payidar elini sırtıma koyarak beni içeri doğru ittirdi. Sırtıma değen elleriyle aniden kaskatı kesilmiştim. Benim içeri girmem ile o da içeri girerek kapıyı kapattı. Omuzlarımı dikleştirerek arkamı döndüm ve o iğrenç gülümsemesiyle karşılaştım. "Hiç mi üzülmüyorsun Mehir'e?" Gülümsemesi yüzünden silinmeden kafasını iki yana salladı. Omuzunu omuzuma çarparak yanımdan geçip koltuğa oturdu. "Kendi öldürdüğüm birisine neden üzüleyim güzel kızım?"
Doğduğunuz anda kaderiniz yazılır demiştim değil mi? Zamanı geldiğinde de yazılan kaderin sonuna gelinirdi ve ruh bedenden ayrılırdı. Bu Tanrı'nın isteğiyle olurdu. Şimdi karşıma geçmiş kendi öldürdüğüm diyerek bununla övünen adam Tanrı'nın verdiği canı aldığını söylüyordu.
"Ne saçmalıyorsun sen?" Arkamı dönüp yakasına yapışmam kaç saniyemi aldı bilmiyorum ama onun gözlerine alayın bulaşması bir kaç saniye sürmüştü. "Duydun işte," gözlerimde dolup taşan nefretle tam gözlerinin içine bakıyordum. "Onu ben öldürdüm." Ellerim yakasındayken kısa bir süreliğine dondu. Kendi kızını mı öldürmüştü? Ben daha bir şey demeden devam etti. "Ne yaptım biliyor musun? Ona uyuşturucu verdim. Sen uyurken beni çağırdı ve başının ağrıdığını ona ilaç getirmem gerektiğini söyledi. Bende ağrısı geçsin diye uyuşturucu verdim. Bundan sonra başı hiç ağrımayacak!" Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Şok olmuş suratıma bakarken dayanamayıp büyük bir kahkaha attı. Elektrik çarpmış hissiyle elimi yakasından çektim. Kahkahalarını durdurmaya çalışarak tekrar konuştu. "Yalvarmaların gözümün önünden gitmiyor Lefu. 'Baba yalvarırım onu hastaneye götür, onu kurtar!' çok komiktin Lefu. Onun katilinden yardım istedin, buna o kadar çok güldüm ki!" Gözümden istemeden yaşlar dökülmeye başlamıştı.
"Neden? Mehiri neden öldürdün!" Sesim beklediğimden yüksek çıkmıştı. Tekrar bir kahkaha attı, hatta bu sefer karnını tutarak kahkahalar atıyordu. "Canım istedi Lefu. Bana zorluk çıkarıyordu bende onu yok ettim." Kısa bir süre bu söylediği beynimin içinde dolaştı.
Kardeşim onun canı istediği için mi ölmüştü? Öfke içimde filizlendi. Büyüdü, büyüdü ve sert bir yumruğu Azmi Payidar'ın yüzüne indirmemi sağladı. Sol elim yakasını tutuyorken sağ elim yeniden sert bir yumruğu yüzüne indirdi. Kahkahalar atmaya devam ediyordu. Zevk mi alıyordu? Benim acı çekmemden zevk mi alıyordu? "Seni öldüreceğim!" Ben onun yüzünü yumruklarken bir yandan da kapı yumruklanıyordu. İçimde büyüyen öfkeyle yüzüne tekrar bir yumruk indirdim. Kapıyı yumruklamaları durdu ve ardından kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Deliye dönmüş gibi durmadan yüzüne yumruklar indiriyor hakaretler ediyordum.
Azmi Payidar'ın adamları olduğunu düşündüğüm siyah takım elbiseli adamlar koşarak yanıma gelip beni geriye çektiler. Azmi Payidar dudağından akan kanı silerek tekrar bir kahkaha attı. "Kes sesini! Kahkaha atmayı kes yoksa ben senin boğazını keserim!" Tekrar bir Kahkaha attı ama bu kahkahası pek uzun sürmedi. Yüzüne tekrar yumruk indirmek istedim ama beni tutan iki adam buna engel oldu. Azmi Payidar'ın yüzünde ki gülümseme yavaşça soldu. Başkalarına korkutabilecek ama beni öfkelendiren bir sesle konuşmaya başladı. "Onu odasına götürün de yeni odasını görsün!" Beni tutan iki adam aynı anda kafalarını sallayıp beni çekiştirerek Mehir'in öldüğü o odanın içine iterek ardımdan kapıyı kapattı.
Kendimi toparlayarak bu seferde kapıyı yumruklamaya başladım. "Seni öldüreceğim! Duydun mu? Seni öldüreceğim!" Uzun bir süre kapıyı yumruklamaya devam ettim. Dış kapının açılıp kapanma sesiyle kapıyı yumruklamayı bırakarak olduğum yere diz çöktüm, sessiz ağlayışım kendini hıçkırıklara ve çığlıklara bıraktı.
Genç adamın karnına bir yumruk daha atıldı. Genç adamın elleri tavana zincirlenmişti ve yaklaşık bir saattir aralıksız yumruklanıyordu. Ağzına demir gibi gelen tadın kan olduğunu anladığında karşısında ki adamın üstüne tükürdü. Üstüne tükürdüğü adam yerinden kalkmış genç adamın yüzüne bir yumruk daha indirecekken kapı sesli bir şekilde açıldı ve içeride ki adamlar ayağa kalkıp ceketlerini düzelterek kafalarını önlerine eğdiler. Genç adam kafasını kaldırarak gelen kişiye baktı. Ellilerinin başında olan adam yavaş adımlarla yürüyerek genç adamın karşısında durdu. Genç adamın gözleri nefretle doldu. Bu adam sevdiği kadının cehennemiydi, bu adam Azmi Payidar'dı. Genç adam öne atıldı ama elliri tavana ayaklarıda yere zincirlendiği için bir şey yapamadı. Azmi Payidar gülümseyerek karşısında ki genç adama bakıyordu. "Ona ne yaptın! Lefu'ya ne yaptın!" Genç adamın bağırışları boş depoda yankılandı.
Azmi Payidar'ın gülümsemesi büyüdü. "Lefu'dan önce anneni mi düşünsen? Kim bilir ne haldedir?" Genç adamın gözlerinde ki nefret yerini korkuya bıraktı. Azmi Payidar genç adamın gözlerinde ki korkuyu gördü. "Uzun bir süredir görüşmüyorduk. En son babanın ah hayır, kardeşinin cesedinin önünde görüşmüştük değil mi Berge?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEDA
Dla nastolatkówİstenmeyen, Azrail'in bile unuttuğu bir kadın. Bu kadına aşık bir adam. "Oyun oynuyoruz Lefu. Sen oyun oynamayı çok seversin."