atc | 7

513 63 30
                                    

The Neighbourhood - Flawless


Bir hafta boyunca düşünmüştüm. Ne okula gitmiş, ne de evden dışarı çıkmıştım. O tek hakkımı nasıl kullanacağımı bulmaya çalışıyordum. O kadar düşünmemin sonucunda ise hâlâ tek bir seçeneğim vardı: Hyunjin'in dediği gibi ona arkadaş gibi yaklaşmak.

Şimdi de o yaklaşımı gerçekleştirme umuduyla büyük bir ağacın kenarında durmuş, yemekhanenin kenarında bekliyordum. Eğer birazcık şansım varsa Felix gelirdi. Gelmeliydi.

Hyunjin'in dediğine göre sadece haftanın üç günü okula geliyordu ve arkadaş tayfası ise o gördüğüm iki çocuktan oluşuyordu. Arada bir ingilizce konuştuğunu söylemişti ama ne kadar doğru bilemezdim.

Ajanlık görevinde Hyunjin biraz kötüydü.

Yaklaşık beş dakika sonra kapının önünden gelen seslerle dikkatimi oraya verdim. Turuncu saçlı arkadaşı gülerek sarı saçlı olanla konuşuyordu. Onlar bu şekilde yemekhaneden içeri girerken istemsizce kaşlarım çatıldı.

Felix neredeydi?

Gelmeyeceği düşüncesi beni üzerken oflayıp saklandığım yerde doğruldum. Adımlarım yemekhanenin girişini bulurken gözlerim bahçede geziniyordu.

"Kimi arıyorsun?"

Hemen kulağımın dibinden gelen kalın sesle direkt olarak adımlarım dururken aklıma bu sesin ait olabileceği tek bir kişi geliyordu.

"Biraz daha nefes almazsan bayılacaksın."

Biraz geri çekilip konuşmaya devam ettiğinde ben de başımı ona doğru çevirip ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesi geri verdim.

Bana doğru dönük olduğundan güneş tam olarak beyaz tenine vuruyor, aydınlatıyordu. Bir gözü kısık, yarı sırıtır bir şekilde gözlerimin içine bakarken nefesimi tutmamam mümkün müydü?

"İyi misin ya? Ne oldu?"

Bir adım daha gerilediğinde gideceğini sanıp hızlıca "Y-yok bir şey." dedim. Ya da demeye çalıştım.

Şu an hiçbir şey bilmiyordum.

O yeniden buradaydı ve benimle konuşuyordu. Hem de bilerek. Sanırım sürekli bu durumun gerçekliğini sorgulayacaktım.

Buraya yabancı olduğu kelimelere olan telaffuzundan bile belli olurken içten içe Hyunjin'e hak verdim. İlk konuştuğumuz da girdiğim şoktan dolayı bunu fark edememiştim.

"Yemekhaneye mi?" diye sorduğunda güneşten rahatsız olduğu için sağ elini alnına doğru götürdü. Şimdi yüzüne elinin gölgesi vuruyordu.

"Evet." deyip ben de bir adım gerilediğimde etrafımızı saran yoğun parfüm kokusunu fark ettim. Ondan geliyordu. Ne bekliyordum bilmiyorum fakat kesinlikle böyle yoğun ve ağır koku beklemediğim kesindi. Kokusunu da tarzına uydurmuştu.

Felix beni sadece başıyla onaylayıp kapıyı açtı ve içeriye girdi. O direkt olarak sol köşede oturan arkadaşlarını gördüğünde oraya gideceğini anlayıp ben de sağ tarafa doğru yöneldim.

"Nereye gidiyorsun?"

Elimle yemeklerin olduğu kısımı gösterip "Yemek almaya." dedim. Resmen uzun cümle kurma yetimi onu görünce kaybetmiştim.

Bunu dememle gözleri hâlâ bitmemiş olan yemek sırasına değdi. "Bu sıraya hiç girme bence şimdi. Arkadaşın yoksa gel otur bizimle. Sıra bitince de kalkar alırız yemek."

Bakışlarının üzerimde olması o kadar gerici bir durumdu ki ona sadece, "Arkadaşım yok." diyebildim. O da karşılık olarak bana tebessüm etmiş ve, "Gel o zaman." demişti.

Onunla karşılaşmayı alışmıştım artık, evet ama asla bu şekilde konuşacağımızı düşünmezdim. Üstüne bir de beni arkadaşlarının yanına çağırıyordu. Hiç tanımadığım arkadaşlarının yanına?

İkimiz yan yana iştahla yemek yiyen arkadaşlarının yanına vardığımızda Felix "Afiyet olsun beyler." deyip sandalyeye oturdu.

Ben de ona uyarak yanında duran boş sandalyeye oturduğum da şimdi yemek yiyen ikili karşımızda kalmıştı.

Turuncu saçlı olan ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra "Sağolasın bebek." deyip gözlerini bana çevirdi. Sarı saçlı olan ise bize sadece bir bakış atmış ama umursamadan elindeki tavuğu yemeye devam etmişti.

"Sen kimsin?" Bakışları bir benim bir de yanımdaki Felix'in üzerinde gidip gelirken Felix gülüp omuz silkti ve "Ben de bilmiyorum." dedi.

Doğru ya. Ben onu tanıyordum ama o henüz beni tanımıyordu.

İkiliyi yanıtsız bırakmamak adına "Bang Chan." dedim.

"Memnun oldum. Lee Minho ben de." Turuncu saçlı olan elini yumruk şeklinde uzatıp bekledi. Ben de elimi kaldırıp onunla yumruk tokuşturdum.

Evet, Bang Christopher Chan yani ben Hyunjin dışında birisiyle yumruk tokuşturdum.

"Ben de Seo Changbin ama istersen domşan da diyebilirsin. Malum alışığız."

Sarı saçlı yemeğini bırakıp bana hitaben konuştuğunda, cümlesinin sonuna doğru yanındaki Minho'ya attığı bakışla ona laf soktuğunu anladım.

"Domşan?" diye sorarcasına konuştuğumda Felix onların bu haline gülüp "Domuz ve tavşanın birleşimi." dedi.

Neden Changbin'e böyle söylediklerini anlamasam da sorgulamak istemedim. Sonuçta ikisi de öylesine tanıdığım insanlar olarak kalacaklardı. Detaylı bir bilgiye ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum.

"Ee sona ben kaldım galiba." Felix bakışlarını bana çevirip elini uzattı. "Lee Felix. Memnun oldum."

Bir parlak gözlerine bir de uzattığına eline baktığımda aklımdan geçen tek şey o gür sesiyle kendi adını telaffuz etmesinin çok başka hissettirmesiydi.

Bekletmeden ben de elimi uzatıp elini sıktığımda onun yüzünde memnun bir gülümseme oluştu.

"Sevdi seni." Yandan gelen Minho'nun sesiyle ona baktığımda onun da gülerek Felix'e baktığını gördüm. Ben mevzuyu ne kadar anlamasam da Felix elini elimden çekip ters bir şekilde Minho'ya baktı.

"Kes sesini de yemeğini ye."

"Kırıyosun ama beni."

"Siktir git."

Sessizce onları izlerken o an Felix'in aynı göründüğü gibi olduğunu fark ettim. O sert ve havalı tarzı, konuşmasında ve davranışlarında da vardı. Ve bunların hepsi bebeksi yüzünün aksi gibi duruyordu.

O büyük ve parlak kahve gözleri, gür kirpikleri, minik burnu ve üzeri de dahil tüm yüzüne dağılmış olan çilleri, dolgun pembe dudaklarıyla tek bir kusuru bile yoktu gözümde.

Lee Felix bir bebek gibi kusursuzdu.

"Ohoo, dalmış gitmiş bu."

Changbin'in alaylı sesi kulaklarıma dolduğunda kendime gelip gözlerimi Felix'in üzerinden çektim. Ama geç kalmıştım çünkü o da kendisine baktığımı fark etmiş, yüzündeki sırıtmayla bana bakıyordu.

"Sıra azalmış. Gidin alın sizde yemeklerinizi. Pek bir şey kalmamıştır şimdiye ama..."

Minho haklıydı. Çoktan birçok yemeğin bittiğinden emindim ama yemediğim için sorun yoktu. Felix de bunu takmıyor olacaktı rahatça gelip oturmuş, yemeği umursamamıştı.

"Kalkıp alalım o zaman."

Felix ayaklandığında peşinden bende kalktım. Dışarıdan bakıldığında hareketlerim oldukça sakinmiş gibi görünebilirdi ama içimde resmen çok başka bir hava vardı. Bir yanım oldukça heyecanlı, diğer yanım ise gerginlikten kafayı yiyecekmiş gibiydi. Ama bunu kimsenin anlamadığına emindim.

Ben ayağa kalktıktan sonra bana bakıp göz kırpan turuncu saçlı çocuk ise istisnaydı.




-

sen bir bebeksin, sen kusursuzsun
fakat öylece durup aşkın bizi mahvetmesini bekleyemem
aşk için bekleyemem
tek kusurun, kusursuz olman

the only flaw, you're flawless

above the clouds | chanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin