7

200 26 8
                                    


İyi okumalar.

Adal'dan (Orta Çağ);

Yaramla ilgilendikten sonra giden adamın peşinden baktım. Kötü hissetmeye başladım. Fiziki değildi bu his ruhaniydi. Üzgün hissediyordum. Yeri izlerken Lio yanıma geldi.

"İyi misiniz efendim?"

"Evet." İnanmıyormuş gibi bakıyordu. Yüz ifademi gördüğünden olmalıydı. Kaşlarım çatık yeri izliyordum. Başka ne düşünebilirdi ki?

"Emin misiniz?"

"Ben bir hava alacağım." Ayağa kalktım.

"Ben de geleyim mi?"

"Hayır Lio. Yalnız kalmak istiyorum." Kılıcımı belime yerleştirdim.

"Atımı getir."

"Hemen." Odadan çıktı.

Atla ormana doğru ilerledim. Bu üzüntü beni terk etmeyecek gibiydi. Aklımı meşgul etmeliydim.

Bu karşılaşma olayı kötü denk gelmişti. Bir insan kılıç kullanmayı nasıl unutur? Talim yaparsam hatırlarım diye ormana gelmiştim. Attan inip atı bir ağacın dalına bağladım.

Kılıcı belimden çıkartıp en rahat tutma biçimimi bulmaya çalışacaktım.

Alba' dan (Günümüz):

"Hoşgeldiniz doktor bey."

"Hoşbuldum hastamız bu mu?"

Beni sabahtan beri bir sürü çorbayla besleyen annem bir de üstüne bu beyaz kıyafetli adamı çağırmıştı. Elindeki bohça tarzı şeyi masanın üstüne koydu ve açtı. İçinden ipli bir şey çıkartıp iki ucunu kulağına soktu biri ise elindeydi.

"Arkanızı dönün." Arkamı döndüm.

"Açın sırtınızı."

"Hop ne diyor ya bu? Ne açması?"

"Kızım muayene edecek."

"Böyle muayene mi olur? Aç maç diyor."

"Adal!" Babamın sesiyle durup sırtımı açtım.

Doktor garip aletlerle muayene edip bana baktı.

"Fiziki bir sıkıntı gözükmüyor. Bir psikoloğa götürün isterseniz."

Annem önce derin bir nefes almış ardından gergince adama bakmıştı.

"Psikolog?" Adam bana bakıp derin bir nefes verdi.

"İyi günler." Doktor gidince annem birden bağırdı.

"Vah canım kızım delirdi!"

"Abartma bir şeyi yok dedi doktor."

"Psikoloğa da götürün dedi. Gencecik yaşında tırlattı yavrum. Ben dedim o bilgisayarı alma diye. Bak ne oldu kıza?"

"Saçma sapan konuşma. Ne alakası var bilgisayarla?"

"Durup dururken kıza haller gelmiş. Bilgisayardan başka bir şey yüzü mü görüyor?"

"Bir dur Sena' yı ara. Belki o anlar neyi varmış."

"Recep Sena' yı ağlattı zaten."

"Ben ne yaptım ya? Kendi kendini ağlattı."

"Sus sen!" Aynı anda bağırdıklarında yerimde pustum.

"Ara kızı yine de olmaz öyle."

"Ver telefonunu Adal."

"Telefon ne ?" Bu sefer babam da korkuyla baktı.

"Harbiden delirdi galiba." Annem masanın üstündeki metali aldı. Dokundu. Kulağına dayadı. Kaşlarımı çatarak izledim onu.

"Alo Sena?" Metalle konuşan annemdi ama deli olan bendim. Bu ne şaçmalık?

"Kızım biliyorum kızgınsın ama gelmen lazım Adal delirdi."

"Delirdi yavrum. Doktor çağırdık bir problemi yokmuş ama psikoloğa götürün dedi."

"Tamam haklısın psikoloğa gidenler deli değil ama telefon ne diye sordu?" Kafa salladı.

"Ya işte o kadar kötü. Gel kızım."

Alba (Orta Çağ):

İçimdeki kötü his bir nebze dağılmıştı. Fakat endişeli hissetmeye başlamıştım.

Sabaha göre daha iyiydi kılıç tutuşum. Hatırlıyordum galiba. Akşama kadar talim yaptım. Ardından  kılıcımı belime yerleştirip atıma bindim.

Atla kapılardan girdiğimde çarşı toplanıyordu. Birkaç kişi yabancı olduğum için bana baksa da diğerleri kendi halindeydi.

Kalenin önüne geldiğimde Lio dikiliyordu.

"Sonunda geldiniz." Atın kayışını tuttu. Attan indiğimde hayvanı ahıra doğru götürdü.

"Kaç gün sonra yola çıkarız?" Dedim talim meydanındaki çavuşun yanına gelirken.

"Etraftaki köylerden de gönüllüler gelsin çıkarız. Bir on beş gün sürer." On beş gün boyunca burada olacaktım. Bu sürede kılıç kullanmamı geliştirebilirdim.

****

Dördüncü günün akşamı Lio' yla handa yemek yiyorduk.

"On bir gün kaldı."

"Günleri saymayı bırak. Kendini geliştirmeye bak. Yolda seni kimse eğitmeyecek."

"Burada da çok iyi eğittiklerini söyleyemem."

"İnsan kendi kendini eğitir. Aradaki araçlar fark yaratabilir ama önemli olan öznedir."

"Her sabah düzenli koşu yapıyorum. Siz uyanmadan hemen önce geliyorum." Kokudan belli oluyordu.

"Demek ki yeterli değil."

"Siz eğitseniz?" Ben daha kendimi eğitmemiştim.

"Yaramı yormak istemiyorum. Sınıra kadar iyileşmeli."

"Derin bir yara olduğunu söyledi doktor."

"Evet. Ş*refsiz iyi vurmuştu."

"Savaş nasıl bir yer çavuş?" Duraksadım. Gözlerimin önüne o kan ve çamur dolu anlar geldi. Birbirinin üstünde yığılmış cesetler...

"Öğrenmek istemezsin." Kaşıkla ağzıma bulgur doldurdum.

"İstiyorum. Bir gün sizin gibi iyi bir savaşçı olacağım. Her şeyi öğrenmem lazım." Ağzımdakini bitirip konuştum.

"Savaşı yeterince anlaman için yaşaman lazım çocuk. Anlatılanların hiçbiri yeterli kalmıyor."

"Peki siz neden katıldınız orduya? Madem bu kadar lanet bir şey."

"Sanırım şansım yoktu." Öyle hissediyordum. Okuma yazma biliyordum. Ağzımda iyi laf yapıyordu. Ama gerçekten neden askerdim?

"Bu cevabı beklemiyordum."

"O yüzden beni örnek alma. Gerçek bir savaşçıyı örnek al. Köylüleri. Tıpkı senin gibileri örnek al. Asıl savaş onların verdiğidir. Açlıkla, sefaletle, acıyla. Sahi sizin köyden kaç kişi gidip dönmedi?"

"Otuz küsür." Kafa salladım.

"Onların ailesine anlat bakalım savaşı, savaşçılığı. Anlatamazsın."

Durup bana baktı.

"Ne oldu?"

"Sanırım çok şanslıyım."

"Bir çoğuna göre evet."

"Anlattıklarınız için teşekkürler efendim." Ardından sessizce yemeğe devam ettik.

~~~~~

İyi günler.

KIRIK AYNA • GXGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin