Hitlerin belgeselini izlerken yazıyorum bölümü 1940larda geçen bir hikaye yazmamak için zor duruyorum. Ama bu hikaye bitmeden olmaz.
İyi okumalar.
👑👑👑👑👑
Alba o sabah erkenden kalkmıştı. Camından içeriye giren rüzgar yüzünü okşuyordu narince.
Yataktan kalkıp masasının yanındaki sürahiden bardağına su doldurdu. Kana kana içti suyu. Zırhını kuşandı.
Camının önüne geçti şifacının odasının camına baktı. Ancak dikkatini başka bir şey çekti. Atına binen kız. Bu şifacıydı. Yanında bir askerle kale kapısına yöneldi.
Odasından çıkıp nöbetçilerden başka kimsenin olmadığı sokağa baktı. Atına bindi şifacının peşine gitti.
Şifacı çayıra vardığında durdu. Atından indi. Yanındaki asker de atından inip kadının başını beklemeye başladı.
Kadın beline bağlı olan torbayı aldı. Çeşitli otlar ve çiçeklerle bezeli çayırda ihtiyacı olanları toplamaya başladı.
Alba onlara zar zor yetişmişti. Atıyla tepeciğin üstünde durup çayırda ot toplayan şifacıya baktı. Asker Alba'yı gördü.
"Yüzbaşı izliyor."
Şifacı kafasını kaldırıp askerin baktığı yöne döndü.
Alba şifacı ona baktığında boynunda titreyen kolyesini tuttu. Şifacı kafasını çevirdiğinde titreme durdu. Bu şifacıyı camda ilk gördüğü anda da olmuştu fakat o kadar küçük bir titremeydi ki o hayal gördüğünü sandı. Ama az önceki titremeden sonra hayal görmediğinden emin olmuştu.
Açık olmak gerekirse korkmuştu da. Atını çevirip kaleye ilerlemeye başladı.
***
Tomund hana geldiğinde Alba'yı sordu.
"Yüzbaşı nerede?" Hancı köşede sısmış olan Alba'yı gösterdi. Tomund, yüzbaşının yanına gelip oturdu. Masada duran kupadan bir yudum aldı ardından kupayı sertçe masaya vurdu.
Alba korkuyla uyandı.
"Ne oluyor?"
"Asıl sana ne oluyor? Ne bu halin?" Alba ağzının kenarından akan suyu sildi.
"Ne varmış halimde?"
"Bir de soruyor musun? Askerlere böyle mi örnek oluyorsun?"
"Erkekler kadınları örnek almaz."
"Ama hayran olurlar."
"İstemez." Yüzünü ovdu. Kolyesine dokundu.
"Bu kolye ne?" Başına giren ağrıyla küfretti.
"Sorma!" Tomund şaşırmıştı. Alba ile bir süre konuşmadan durdular. Bu sessizlikte Alba sabahki olayı düşündü. Çağırda ot toplayan şifacıyı. Sarı saçları rüzgarla savrulurken tıpkı bir prenses gibi gözüküyordu. Duraksadı, Tomund'a baktı.
"Şifacı prenses değil mi?" Tomund'un yüzü asıldı. "Öyle. Dün köylülerin selam verdikleri sen değildin. Ona o yüzden selam verdin." Elini çenesine koydu. "Küçük olan değil mi? İstenmeyen prenses o." Tomund'un bakışıyla bundan emin oldu.
"Biliyordum."
"Peşini bırak dedim. İyiliğin için."
"Eğer iyiliğimi istiyorsan bana neler olduğunu anlat."
"Yapamam."
"Ben de öyle düşünmüştüm." Alba ayağa kalkıp zar zor handan çıktı. Odasına gitti. Zırhı çıkartmak için bir hizmetli beklerken Liven odaya girdi.
"Nerde kaldın?" Liven'i görünce durdu. "Senin ne işin var burda?"
"Zırhını çıkartacakmışsın."
"Hizmetli istedim."
"Utanıyor musun?"
"Kimseyi görmek istemiyorum." Alba'nın öfkeden parlayan gözlerini görünce odadan çıktı.
Alba bir süre beklese de hizmetli gelmedi. En sonunda zırhla yatağa sırt üstü yatıp uyukladı.
Şifacı kapıyı tıklatıp odaya girdiğinde yatağında sızan Alba'yı gördü. İçeri girip ardında bıraktığı kapıyı kapattı.
Alba'nın başına gelip onu izledi. Ardından kolyesine baktı yaklaştı. Kolyenin içini açtı. Kolyenin içindeki sarı saçları gördü.
"Sensin." Kapatıp kolyeye dokunmayı kesti. Peçesini açıp sızan kızın alnına bir buse kondurdu.
Tam ayrılacakken Alba'nın kolunu tutmasıyla durdu.
"Ne yapıyorsun?" Prenses elini hızla çekti.
"Yavaş ol."
"Konuşabiliyorsun demek." Alba prensesin yüzünü süzdü. Yemyeşil gözlerine baktı.
"Tabi ki konuşabiliyorum."
"Ha benimle konuşmamayı seçtin yani."
"Ne konuşacaktım? Diğerleri gibi nasıl bir kahraman olduğuna dair övse miydim seni?" Prenses dik durduğunda Alba zorla oturur pozisyona geçti.
"Bu benim için önemsiz. Kim bilir o kralın ölümü kaç cana mal olacak." Alba güldü.
"Yaşasaydı da mal olacaktı."
"Babam seni ödüllendirmiş olmalı." Dedi Alba'nın zırhına bakarak.
"Evet."
"Çok bel bağlama. O insanları yükselttiği gibi düşürmeyi de sever." Ardından peçesini kapattı ve odadan çıktı.
Alba arkasından bakarken içeri hizmetli girdi.
"Beni çağırmışsınız."
"Sonunda."
Ayağa kalkıp hizmetlinin zırhı çıkartmasını izledi.
******
Liven akşam Alba'nın odasında yemeğini kaşıklarken onun düşünceli bir şekilde yemeğiyle oynamasını izledi.
"Prensesi odandan çıkarken gördüm." Sırıtışı Alba'nın sinirini bozmuştu.
"Beni gönderip onu mu aldın yanına?"
"Aklından bile geçirme. Canımı seviyorum."
"He mesele canın yani. Prenses olmasa bir şeyler olurdu diyorsun."
"Ne demeye çalışıyorsun Liven?"
"Sadece huzursuzluğunun nedenini merak ediyorum."
"Nedeni yok. Durgunluk yaramadı galiba."
"Yakında savaş olacak merak etme."
Alba ekmeğinden koca bir dilim aldı. Ardından elindekileri bırakıp camının önüne geçti.
Şifacı yine atına biniyordu. Alba bu sefer zırh kuşanmadan peşine takılacaktı.
Liven'in sorgu dolu sözlerini kulak arkası ederek odasından çıktı.
Koşarak çayıra gitti. Ot toplayan prensese baktı. Bu sefer daha yakındı ona. Daha korumasızdı. Asker onu fark ettiğinde atını sürerek uzaklaştı. Prenses peçesini açarak Alba'ya baktı. Yeşil çayır ve o yeşil gözler çok uyumluydu. Kırmızı dudakları ve kırmızı güller gibi...
Alba bir süre gözlerini kapatıp bu düşünceden sıyrıldı. Prensese yanaştı.
"Kral yükseltmeyi sevdiği gibi düşürmeyi de sever demiştiniz. Sizi de düşüren o muydu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK AYNA • GXG
Ficción GeneralYazdığı her şeyin gerçek olduğu bir dünyada yazarın macerasına şahit olun.