Prenses, Alba'nın sözlerine sinirlenmişti. Torbasını Alba'nın göğsüne fırlattı.
Alba torbayı tutup çiçek toplamaya devam eden prensese eşlik etti.
"Doğrudan babam yapmadı."
"Bana bunu anlatacak kadar güvenmeli misin?"
"Bırak da ona ben karar vereyim."
"Pardon."
"Savaşta şifacı olarak bulundum. Gerektiği zaman askerleri yönetecek yetkim de vardı. Yine bir savaştaydık. Kazanmamız gereken bir savaşta. Ordu iki bölündü. Duyduğuma göre öyle emir verilmişti. Ama dikey bir ayrılma değildi. Sağ ve sol olarak değil, ön ve arka olarak ayrılmıştık. Ben ortadaydım. Yani ayrılan kısımla beraber ön kısmın en arkasındaydım."
Bir ot koparıp kokladı. Ardından devam etti.
"Ne olduğunu anlayacak vaktimiz bile olmadı. Ordunun arka kısmı geri çekilirken bizi bir yem gibi onların pençesine bıraktı. Yenildik. Ne yapabilirdik ki? Sayıca üstündüler.
Ardından başıma aldığım darbeyle bayıldım." Duraksadı.
"Gözümü açtığımda üstümde bir adam vardı. Komutanı onu üstümden alsa da olan olmuştu." Derin bir nefes verdi.
Alba öylece kaldı.
"Korkudan titredim. Acıdan. Yırtılmış üstümü kapatmaya çalışıyordum. Komutanı beni tanıdı. Yoksa asla dokunmazdı eminim. "
Alba gözünü kapatıp çöktü.
"Beni krallarına götürdüler. Bir koz olarak kullanabilirlerdi ama namusunu kaybetmiş bir prenses ne işine yarardı ki? Fidyeyle saraya döndüm. Babama umutla bana olanları anlattım. Salak kafam. Beni anlar sandım. Ama unutmuştum. O da bir erkekti. Tıpkı bana tecavüz eden o herif gibi... O günden önce belli etmemeye çalışsa da babam benim varisi olmamı istiyordu. Fakat yapamazdı. İş işten geçmişti. Beni bu yüzden manastıra gönderdi. Ve orduyu yöneten Mareşal Hans'a azar çekmekten başka bir şey yapmadı. Başıma gelenlerin tüm sorumlusunu cezasız bıraktı.
O günden beri kimsenin yüzüme bakmasını istemedim. Kızların dahi. Kendimden iğrendim. Aynalara bakamadım. İntahar etmeyi denedim. Ama bu Hans için bir ödül olurdu." Prenses, Alba'nın yüzüne baktı. Yüzbaşının yüzü bembeyazdı şimdi. Kanı donmuştu.
"Aslında intahar etmemi engelleyen ilk sebep bu değildi. Yine ot topladığım bir gün yaşlı bir kadın geldi. Bana yapmamam gerektiğini söyledi. O an aklımdaki şeyi bilmesi imkansızdı ama topladığım otlarla bir zehir hazırlayacaktım. Bana sabretmem gerektiğini söyledi. Birinin geleceğini söyledi. Çiçekleri attım.
Daha kimi beklemem gerektiğini bile bilmiyordum. Bir erkek diye düşündüm başta. Erkeklerden nefret ediyordum. Ama birkaç ay bekledim. Sonra Goth'un ölüm haberi geldi. Bir kahramanın onu öldürdüğünü duydum. Klasik köylü masalı diye düşündüm. Sonra bunu bir kadının yaptığını öğrendim. O gün ikinci kez intahara teşebbüs edecektim. Ama engel oldun. Babamdan bir çocuk gibi seni isteyemezdim. Gelmen için bir neden lazımdı. Ben de garnizon komutanını zehirledim." Alba korkuyla ona bakıyordu şimdi.
"Babamı tanıyordum. Seni gönderecekti. Ama Tomund'u gönderdi. Sonra bunu senin istediğini öğrenince rahatladım. Yine de geldin."
"Ya gelmeseydim?"
"Geleceğini biliyordum. Ayrıca Hans senin kralın dibinde olmana izin vermezdi."
"Size saldıran da oydu değil mi?"
"Evet."
"Merak etme. Kazanamayacak."
"İzin vermem. Asla."
"Seni öldürmeye çalıştı nefret etmen normal."
"Bunun için nefret etmedim ondan. Korkak bir adam sadece, gücünün elinden alınmasından delicesine korkan bir adam. Benim nefretimin nedeni sana yaptıkları. Onursuz birine onurlu bir düşman olmayacağım."
"Acele etme. Vakti gelince her şeyi halledeceğiz. Ama şimdilik işini güzelce yap."
"Ortak mı olduk yani?"
"Konumlarımız farklı yüzbaşı. Bir gün general olursan neden olmasın?"
"Ama yükseleceğimi biliyorsun."
"Sabırlı olursan... Tomund'u dinle. İlerleyeceğim diye hızlanma, bir taşa takılıp aniden kendini yerde bulabilirsin."
"Tomund gibi konuşuyorsun."
"Haklı. Zamanı geldiğinde hızlanacağız ama vakti var." Alba cebinden papatya çıkarıp prensese verdi.
"Sende kalsın ben de bolca var."
Alba'yı kibar bir şekilde reddeden prenses peçesini takıp atına bindi. Alba'yı düşünceleriyle yalnız bırakıp gitti.
Yeni bir dost edinmişti fakat aynı zamanda nefreti kesinleşmiş bir düşman da kazanmıştı. Alba'nın elinde olan buydu.
Tomund ve Caladog yüksek konumlu değildi, güçleri sınırlıydı. Ama prenses öyle değildi. Her ne kadar göz ardı edilmiş olsa da o bir prensesti. Belki de sancağın anahtarıydı. Alba bu güzel prensesin enerjisine tutulmuş olabilir. Ama asıl amacının yolunda mantıklı davranması gereklidir.
Elindeki papatyaya bakıp düşüncelere daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK AYNA • GXG
General FictionYazdığı her şeyin gerçek olduğu bir dünyada yazarın macerasına şahit olun.