yirmisekiz'

960 132 11
                                    

New York'a döneli üç gün olmuştu. Kafam yerinde değildi, düşünmekten uyuyamıyordum. Jungkook'u düşünüyordum, annemi ve babamı düşünüyordum. Yine de işin içinden çıkmak imkansızdı.

Geldiğimden beri Carol beni hiç yalnız bırakmamıştı. Biraz üzülmüştüm çünkü düğün telaşları vardı ve o benimle uğraşmak zorunda kalmıştı. Bir an önce Jungkook ile konuşmamı söylüyordu bana, haklıydı da. Bu karmaşanın içinden Jungkook'un gözlerine baktığımda çıkacağımı da biliyordum açıkçası. Ama yüzüm yoktu, onu defalarca üzmüştüm ve buna bir yenisini ekleme korkusu mahvediyordu beni.

Uyandığımda saate baktım, on bire geliyordu. İçeriden sesler geliyordu, kalkıp baktım. Carol, başındaki havlu ile kahvaltı hazırlıyordu. Beni görünce koca gülümsemesi ile yanıma gelip beni banyoya iteledi.

"Günaydın! Hadi, elini yüzünü yıka da gel. Kahvaltı edelim." Beni neşelendirmek için uğraştığını görünce daha da çöküyordum ama dediğini yaptım. Oturup bana kahve dökmesine izin verdim.

"Nathan nerede?"

"Emlak randevumuz vardı, oraya gitti. Ben de hazırlanıp çıkacağım ama önce koca bebeğimi doyurayım dedim." Bunu derken saçlarımı da okşamıştım. Bazen, kendimi gerçekten de onların çocuğu gibi hissettiğim oluyordu. O da oturdu, bana bakmaya başladı.

"Ne?"

"Jungkook'a neden geldiğini söylemiyorsun?" Kenardan sigaramı aldım.

"Söyleyeceğim."

"Seni çok merak ediyor. O senden iyi mi sanıyorsun? Git, konuş. Sana tek iyi gelecek şey o, Taehyung." Bir nefes çekip küllük bulamadığım için çatalın üzerine koydum sigarayı. Bunu ben de biliyordum, sadece korkuyordum. Ona gitmek hiç bu kadar zor gelmemişti bana.

"Bu arayı uzattıkça işler daha da karışacak. Bunu aklında tut." Haklıydı, fazlasıyla. Bir an önce bu işi çözmeliydim

Carol acelece evden çıktığında ben de günlerdir yapmam gereken şeyi yapıp duşa girdim. Ayaklanmam, toparlanmam gerekiyordu. Tam saçımı kurutacaktım ki kapı çaldı. Çabucak altıma eşofmanımı giyip kapıya ilerledim.

"Jungkook?" Onu burada beklemiyordum doğrusu. Carol döndüğümü söylemişti kesin. Kapıyı daha da açıp içeri geçmesini sağladım. O geçip koltuğa oturunca üstümün hala çıplak olduğunu fark ettim. Bu başka bir zaman olsa önemli bir detay olmazdı bile ama durum buyken yanında böyle kalamazdım.

"Bekle, üzerimi giyip geleyim." Başını salladı yalnızca. İçeriden bir tişört kapıp yanına geçtim. O kadar güzel gözüküyordu ki onun bu mükemmelliğini unutmuştum. Gözleri sönüktü, benim yüzümdendi. Kendine iyi bakmadığı belliydi, uykusuzdu. Yine de tüm bunlara rağmen harikaydı.

"Neden döndüğünü söylemedin bana?" Başımı yere eğdim. Diyecek hiçbir lafım yoktu.

"Bilmiyorum. Seni görmeden önce kendime gelmeliydim." Başını salladı yalnızca. Bir eli, elime tutundu usulca.

"Nasılsın peki?" Bu sorunun derinliğinin farkındaydım. Neler olduğunu soruyor, merak ediyordu. Kısaca ona dönüp tekrar kaçırdım gözlerimi, omuz silktim.

"İyiyim. İyi olmak için uğraşıyorum." Olanları anlatmaya başlamak için derin bir nefes aldım, bunu bekliyordu çünkü. Diğer elimi de ona uzatıp gözlerine döndüm.

"Seni aradığım gece, her şeyi anlattım." Bunu, ona bakarak yapamayacağımı anladığımda bakışlarımı yine ellerimize eğdim.

"Artık ne oluyorsa olsun dedim ve anlattım."

güneşin yüreğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin