treize, XIII

1.1K 158 50
                                        

han jisung

minho'nun aklımdan çıkması gereken konular vardı.

her şeyi bırakın, dün gördüğüm cansız hali aklımdan çıkmıyordu. bir sorun vardı ve açıkça belliydi.

onu mutlu etmek istiyordum. ne yapacağımı bilememiştim, sadece yiyecek şeyler çıkartmış ve bir köşeye geçen gelişinde kullandığımız yüz kalemlerini koymuştum. bir insanı nasıl mutlu edeceğimi bilmiyordum çünkü kimse beni mutlu etmemişti.

sağ bacağımı sallayarak elimdeki telefona bakıyordum. saat dokuzdu, çoktan gelmesi lazımdı oysa. aslında geç geleceğini söylemişti ama yine de endişeleniyordum.

çalan zille elimdeki telefonu koltuğa bırakarak, koşarak kapıyı açtım. nefes nefeseyken minho'ya baktım dikkatle. görmek istediğim şey kesinlikle ağlayan minho değildi.

kalakaldım. ne yapacaktım? sarılmam mı lazımdı, rahatlatıcı kelimeler mi kullanmam lazımdı? bilmiyordum.

"senden nefret ediyorum." dedi ağlarken.

"ne?" dedim sadece. o bir anda yaklaşıp kollarını bana sararken, birkaç saniye kalakaldım. aklıma geldiği gibi kollarımı bedenine sardım ben de. ne oluyordu şimdi?

burnunu çekip bedenimden ayrıldığında, kapıyı kapatıp salona geçişini izledim. dağılmış saçları, dolu gözleri, kızarmış burnu, hepsi gözlerimin önündeydi. neden nefret ediyordu benden, neden sarılmıştı? sorun neydi?

ceketinin pis olduğunu farkettiğimde iyice endişelendim ve yanına oturdum. "sorun ne?" dedim sadece. dövülmüş müydü acaba?

"anlatsam anlar mısın beni?" diye sordu umutlu gözleriyle. ben sorusuyla gözlerimi kırpıştırdım birkaç kere. anlar mıydım?

"minho." dedim ona bakarak, gözlerimiz buluştuğunda korkarak sordum.

"sarılmak ister misin?"

iletişim kurmayı bilmiyordum. gerçekten, çok sağlıksız bir insandım, kimse sevmezdi beni. ben ağlarken biri bana gelip çocuk gibi sarılmak ister misin? diye sorsa ben garipserdim. ya da, bilmiyorum. ancak o öyle yapmadı ve kafasını salladı dediğime.

üstündekilerin ne kadar pis olduğunu umursamadım ve kollarımı sardım bedenine. ihtiyacı vardı, en azından bunun farkındaydım. belki onu anlayamazdım ama onu iyi hissettirebilirdim. elimden geleni yapacaktım ve bunun için içimden minho'ya söz verdim.

"kardeşimi özledim." dedi hıçkırıklarının arasından. belinde dolaştırdım elimi bir süre. rahatlasın istedim, mutlu olsun istedim. tam o an. çünkü kardeş özleminde onu en iyi anlayacak kişilerden biri de bendim. ancak özlemden ağlatacak kadar ne olmuştu ona?

"ben de." dedim sadece. anladığımı bilsin diye demiştim bunu, ki yalan da değildi. gerçekten de çok özlemiştim onu. kaç gündür halamlardaydı.

"o öldü."  bedenine dolaştırdığım elim durdu yavaşça.

kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim ve terlemeye başladım. minho, ben ne diyeceğimi bilmiyorum ancak-

"hyunjin beni anlayacağını söylemişti, neden ona inandım bilmiyorum ancak beni anlamana ihtiyacım var jisung."

beni anlamana ihtiyacım var jisung. beynimde dolaştı bir süre bu cümle. sonrasında devam ettim belinde elimi dolaştırmaya.

"biliyor musun minho? iyi ki de hyunjin'i dinlemişsin."

"öyle mi dersin?" dedi masum çocuklar gibi.

despair ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin