han jisung & lee minho
-feelings pool
kaç senedir yoktum burada. bunca senedir ne adını anmıştım, ne de düşünmüştüm bile. şimdiyse beni jisung'la karşılaştırdığı için teşekkürler ediyorum bu şehre. okulun yüzme takımına girerken aklımdan geçen tek ş...
garip bir döngüdeydim. nasıl hissetmem gerektiğini veya ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, bildiğim tek şey eski hayatımı geri kazandığımdı ve garip hissettiriyordu bu. tüm bunlara hazır mıydım? yararları olmuştu peki zararları neydi, hazır mıydım veya değil miydim?
"gel yanıma, tek oturuyorum." diyen changbin'in yanına sırt çantamı bıraktım. sınıf ve okul eski hâlinden fazla büyüktü. büyütmüş olmaları mutlu etmişti beni çünkü eski okulumda o kadar şanslı olamıyordum.
"uyuyacağım ben. bir şey olursa söylersin."
"tamam." dedim ve elime telefonumu aldım. sıkılmıştım, erken gelmiştik ve hiç arkadaşım olmadığı için takılacak biri de yoktu. tabii, benim gitmemle değişmişti her şey.
"ben de zonghli istiyorum ya!" diyen bir çocuğun sesini duyduğumda, onlara döndüm. büyük ihtimalle hyunjin dedikleri çocuktu biri, diğeriniyse tanımıyordum. hyunjin yanındaki çocuğa bağırdığında, o da karşılık olarak bağırdı.
"lan tamam oynarsın benim telefonumdan dedim." dedi ve telefonunu aldı elinden. hyunjin omzularını düşürürken, arkalarındaki sarı saçlı çocuk kafasını kaldırdı yavaşça. arkasından görebiliyordum sadece.
"bağırmayın."
"of haşin jisung, azdırıyorsun azdırıyorsun sonra sorumluluğu almıyorsun." dedi hyunjin. ben boşluğuma geldiği için sessizce gülmeye başlarken, duymuş olmalı ki arkasını döndü sarı saçlı. onun bakması ve göz göze gelmemizle, gülümsemem hızla dondu ve ağzım 'o' şeklini aldı.
geçen gün bisikletle çarptığım çocuk hem jisung hem de sınıf arkadaşımdı, sanırım yani. onu en son görüşümde hala yerdeydi ve açıkçası ne kadar büyük bir zarar verdiğimi merak ediyordum. bana önyargı oluşturmuş olması ihtimali bile olasıydı. yapsa bile kızamazdım gerçi.
o ise yüzünde herhangi bir ifade barındırmadan önüne döndü ve uykusuna devam etti. yüzünde ne kızgınlık vardı, ne üzüntü vardı, ne de sevinç vardı. sadece şaşkınlıktan dolayı birazcık büzülen dudaklarını görebilmiştim. geçen sefer göremediğim ama dolgun olan dudaklarını.
ben kısa bir süre daha onları izledikten sonra hoca girdi derse. hocam olabilirdi ama oldukça güzeldi. uzun, dalgalı kumral saçları ve şekilli bir burnu vardı.
"selam gençler, oturabilirsiniz." herkes yerine oturduktan sonra changbin'e fısıldadım. "bu kim?"
"edebiyat hocası. sana."
"hm..." dedim onayladığımı belirtircesine ve önüme döndüm. o sırada herkes konuşmayı bırakmış, yoklamada sıralarının gelmesini bekliyordu.
"wooyoung? gelmemiştir umarım." diyip gülen sana hocaya birkaç kişi daha gülmüştü. hyunjin'in yanında oturan ve wooyoung olduğunu öğrendiğim kişiyse elini kaldırıp konuşmuştu.
"sizsiz yapamam hocam." sana hoca kıkırdarken, "ıy." dedi iğrenircesine. öğrencilerle iyi anlaşması çok tatlıydı. gülerek baktım onlara.
"jisung?" işte, kanıtlanmıştı çarptığım çocuğun jisung olduğu. ona döndüm ben de. kafasını kaldırmamıştı hâlâ.
"burda hocam ama uyuyor. kaldırayım mı?" hyunjin parmağıyla jisung'u gösterirken, sana hoca kafasını salladı. "evet, iyi olur."
birkaç isim daha saydıktan sonra, "lee minho?" dedi sorarcasına. yeni olduğumu farketmiş olmalıydı ki bu sesinden belliydi. elimi kaldırdım. "burda." kaşları çatıldı ama hemen gülümsedi.
"hoşgeldin, koç jin'in bahsettiği öğrenci misin?" sana hocanın dediği üzerine kafasını kaldırıp kaşları çatık bir şekilde bana bakan jisung'u gördüm. bakışlarına rağmen ondan dikkatimi çekip sana hocayı onayladım. "evet."
"ah, anladım. bol şans." bol şans? o yoklamaya devam ederken jisung'un bakışları üzerimden çekildi ve elindeki kalemle oynamaya devam etti.
changbin de gözlerini devirirken, derse başladık.
༄
dersler bittikten sonra yeni havuza indim, hem koç jin ne kadar geliştiğimi görmek istiyordu hem de ben buranın ne kadar değiştiğini merak ediyordum.
geliştiğimi görünce yüzündeki ifadeyi çok merak ediyordum. gurur duyacak mıydı benimle veya yetersiz mi bulacaktı? son seçenek en son istediğim şeylerden biriydi, sevdiklerim için en iyisini yapmayı her zaman çok seviyordum ve bu yüzden utandırmayacaktım onu.
"ah, hoşgeldin minho." diyerek bana sarılan koç jin'e sardım kollarımı. gözlerim kapanıyordu güvenli hissinden dolayı. kaç yıldır güvenini özlediğim bu kollar tekrar sarıyordu beni, ağlamak istiyordum.
kollarımız ayrıldığında kıvrılan dudaklarım, ortamın hararetinin aksini söylüyordu resmen. çok gergin bir ortam vardı, koç han olduğunu tahmin ettiğim kişi düdük çalıyor, birileriyle konuşuyordu.
"nasılsın minho?"
"iyiyim, siz?" omzuma attı kolunu.
"iyiyim ben de, hadi geç başlayalım." dedi ve kulvarın başına götürdü beni.
kısa sürede tamamladığım yüz metre yüzüş bittikten sonra, gururla alkışladı beni. başarmıştım değil mi? başarmıştım. teşekkür anlamında kafamı sallarken, sudan çıkıp havluma sarındım.
"çok geliştirmişsin kendini minho, eskiden kulaçlarını çok sert atardın ama şimdi ayarlayabiliyorsun. gurur duyuyorum seninle." üstümün ıslak olmasına rağmen kolunu tekrar bana attığında, bir şeyler daha söylemeye devam etti. ne kadar geliştiğimden, neler yapmam gerektiğindem, takımlardan vesaire.
odağım farklılaşmıştı ama benim. koç jin'i dinliyordum ancak tam anlamıyla kavrayamıyordum dediklerini çünkü gözümün önünde bacağına sargı saran jisung, tamamen karıştırmıştı aklımı. büyük ihtimalle havuzda çıkmamasını sağlamak için sıkıca sarıyordu beyaz sargıyı.
ben çarptığım için mi olmuştu bu yoksa zaten sakat mıydı bacağı? karışmıştı aklım. hala duran küçük yaralarına baktığımda, istemsiz kaplamıştı içimi pişmanlık. yardım etmek istemiştim ama kabul bile etmemişti, belliydi ki doğru düzgün pansuman bile uygulamamıştı. bazı yerlerinde küçük bile olsa bir yara bandı yoktu.
"minho?" diyen koç jin'e döndüm. "efendim?"
"daldın da, bir sorun mu var?"
"hayır, hayır. gözüm dalmış." dedim ve onunla konuşmaya devam ettim. "her neyse, sen biraz daha alıştırma yap, gidersin sonra." dedi ve uzaklaştı. bense soyunma odasına gitmeden önce yüzen jisung'a baktım.
sol bacağını tam olarak çırpamıyordu ve benim yüzümden olmuş olma olasılığı kötü hissettiriyordu beni. sudan zar zor çıktı ve kurulanmaya başladı, o sıradaysa koç han gelip jisung'la konuşmaya başlayınca, ben de umursamayı bıraktım ve soyunma odasına ilerledim.
.
tanrı yalnızlığı senden yaratmış.
-?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.