neuf, IX

1K 152 15
                                        

lee minho

"bekle minho, hemen geleceğim."

koç jin'in dediğine kafamı salladım ve koç han'ın yanına gitmesini izledim. antrenmana gelmiştim ancak koç jin suya girmeden önce bana yetişmiş ve bir şey isteyeceğini söylemişti.

koç han'la gülerek konuşmalarını izlerken bir şey çekti dikkatimi. koç han'la jisung'un gerçekten benzediğini farkettim. koç han da jisung gibi gülüyor diyecektim ancak daha önce jisung'un kahkasını duymamıştım, ancak burun ve dudak şekilleri aynıydı.

dalmış olmalıyım ki, koç jin yanıma geldiğinde afalladım ilk. elindeki dosyayı kenara bırakmış ve bana bakmıştı.

"jisung'la aran nasıl?"

"ne?" dedim ani sorusuyla. o ne alakaydı ki?

"ciddiyim. bir şey isteyeceğim senden." dedi önce yüzmek için hazırlanan jisung'a bakarak. sargısını yeniliyordu ve başı eğikti. gerçi bu sıralar yüzünü doğru düzgün göremiyordum bile.

"jisung çok yoruyor kendini kaç gündür, ayrıca bacağı da sakat. ne kadar ona karışmaya yetkisi olmayan biri olsam da senden bir şey rica edeceğim. acaba onu sen çalıştırır mısın? sıkı temposundan kurtulması gerekiyor, sen de o kadar ağır antrenmanlar yapmıyorsun zaten." dedi parıldayan gözleriyle bana bakarak. dediğiyle gözlerimi açmışken, kekeledim ilk.

"ben... bilemiyorum."

bakın, jisung hakkımda ne düşünüyor bilmiyordum. bu yüzdendi ona sert davranmam aslında. biliyorum çok mantıklı bir sebep değildi ancak lucas'la durup dururken aramıza girmesi ve hiçbir sebep olmadan evine çağırması, üstelik yarıştan sonra bir anda tavırlarının değişmesi garip gelmişti. anlatabildim mi bilmiyorum, ancak sinir bozucuydu. sanki kendisiyle benim arama bir yarış koymuş ve bana onun rakibiymişim gibi davranıyordu. ve benim bu dünyada en nefret ettiğim şeylerden biri de olmadığım şekilde insanların gözünde izlenim bırakmaktı.

"minho lütfen, jisung'un özel hayatına falan girmeyeceğim ancak bir süreliğine o tempodan kurtulmalı, hem bacağı hem de kendisi için. bir süre çalıştır sonra bırakırsın ne zaman istersen tamam mı?"

suya girmek üzere olan kulvardaki jisung'la koç jin arasında gidip geldi bakışlarım. haddime değildi ona böyle bir şey yapmak ancak koç jin için yapabilirdim sanırım.

kafamı salladım. o dediğimle gülümserken, elini omzuma attı. "seninle gerçekten gurur duyuyorum minho. arkadaşın için buna katlanman büyük bir şey." dedi ve gitti. arkadaşım? arkadaş mıydık biz?

hayır. hiçtik biz. ne olduğumuzu bilmeyen, iki hiçtik.

bir süre kararsızca ayaklarımı bir ritimle yere vurduktan sonra ilerledim jisung'a doğru. stres basmaya başlamıştı her adımımda, niye böyle oluyordu bilmiyordum, oysa ona kızan bendim.

"jisung." dedim soğuk çıkartmaya çalıştığım sesimle. o oturduğu kulvarın başından kafasını bana dönerken, yüzüne baktım.

"beraber çalışalım."

"ne?" dedi kaşlarını çatarak. ne diyecektim ki şimdi?

"seni çalıştıracağım."

"ne diyor-" dedi elini yanına koyarken. durdurdum onu.

"yanlış anlama jisung. egoyla demiyorum bunu. bacağın sakat biliyorsun ve yardımcı olmak istiyorum. ayrıca bacağının böyle olmasının sebeplerinden birisi de benim." fazla açıklamama şaşırmış olacak ki kaşları kalkmıştı.

bir süre durdu, ilk önüne döndü. ben ondan cevap beklerken dudaklarımı birbirime bastırdım. kabul etmesi lazımdı, zorundaydı. koç jin için bile olsa yapacaktım ve bir kere olsun kabul etmeliydi.

o ise sessizce kafasını sallamış, hiçbir şey dememişti. zaten şu bir haftadır zar zor duymuştum sesini. yanına geçtim ben de. yan yana otururken, ona döndüm.

"ne ile başlayalım?"

omzunu silkeledi önündeki havuza bakarken, bir şey düşündüğü belli oluyordu. karışıktı aklı, biliyordum. en az onun kadar da benim.

"peki, yüz metre kulaç atmakla başlayalım o zaman." dedim kafamla suyu işaret ederken.

beni duymadığını düşündüğüm için tekrar söyleyecekken, kafasını salladı yeni aklına gelmiş gibi.

suya girip alıştığından emin olduktan sonra, kendini fazla zorladığı turları bitirdi. kendini yoruyordu, koç jin haklıydı. kulaçları çok sert atıyordu mesela, ayaklarını çok derine çırpmak istiyordu ama yapamıyordu. bu da zorluyordu ve yoruyordu işte onu. jisung'u az da olsa tanıyordum ve böyle yüzmüyordu, bir sorun vardı.

"güzeldi." dedim sudan kafasını çıkartırken. o ise kafasını sallamış, sessizce mırıldanmıştı. "teşekkür ederim."

ne zaman iyi bir şey desem kaşları çatılıyordu, kızıyor muydu anlayamıyordum? bir şeyler tersti biliyordum işte. emin olamıyor gibiydi, kendinden değil de çevresindeki herkese karşı.

"biraz dinlen ve benim yüzüşümü izle. kendini fazla sıkıyorsun ve çok belli oluyor. bedenini rahat bırak biraz, bu çabuk yorulmanı sağlıyor."

yüzüme hiç bakmadan kafasını salladı. ben de kendimi suya bırakıp, onun yüzdüğü kadar yüzdüm. onun aksine bedenimi rahat bırakmıştım ki benden görüp kendini yoracak hareketlerde bulunmasın.

saçlarımdaki suların gitmesi için sağıma soluma salladım kafamı. sonrasındaysa beni izleyen jisung'a baktım. sudan çıkışıma kadar bir kez bile gözlerini ayırmamıştı benden. farkettiğimi biliyordu ancak yine de bakmayı kesmiyordu. yine yanına oturduğumda, suyun içinde bacaklarını hareket ettiğini gördüm.

"güzel yüzüyorsun." dedi gözleri yakın olan bedenlerimize giderken. bense sadece zoraki gülümsemiş, ona dönmüştüm. gerginlik oluşmaya başlayınca durumu kurtarmak için ağzımı açmıştım ki, bize doğru gelen koç han'ı gördüm. daha yeni başlamıştık oysa.

jisung da benim baktığım yere dönünce derin nefes verdi. "üzgünüm." dedi ve kaldırdı bedenini bir anda.

"ne içi-" yanımdan uzaklaşmasıyla sustum. babasının yanından geçip giderken, babası arkadasından çatık kaşlarıyla ona baktı.

bir şeyler gerçekten yanlıştı ve ben bundan emindim.

.

iki insan birbirini en çok ayrılmak üzereyken tanır.

-dostoyevski

and i know, no one will save me

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

and i know, no one will save me.

despair ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin