quinze, XV

1.1K 152 61
                                        

han jisung

yine sessiz bir yemek masası, yine yan sandalyem boş, yine yemeği yemek yerine öylece karıştırıyorum çatalla.

"yesene yemeğini." diyen babamın sesini duyduğumda, ona döndüm. kafamı salladım sadece dediğine ancak çatalımı dolaştırmaya devam ettim tabakta.

"yemeğini ye, yeniden antrenmanlara başlayacağız."

"niye? daha yeni bırakmıştım sıkı antrenmanları." dedim çatalımı bırakıp. babam bana tek kaşını kaldırıp bakarken, arkasına yaslandı.

"sen bu öğlen arası neredeydin?" al işte, tam olarak beklediğim soruydu bu.

"sınıfta." babamın hahladığını duydum. annem sakinleşmesi için elini babamın elinin üzerine koyarken babam bana döndü tekrardan.

"ne demek sınıftaydım? jisung sana ne demiştim? o yarış kazanılana kadar antrenmanları bırakmayacaksın dememiş miydim?"

"demiştin." dedim, kasılıyordum, geriliyordum. ayrıca korkuyordum. dediğim gibi, babamın yaptığı her hareket etkiliyordu beni. en sinir bozucu olanıysa annemin bir köşede sessizce yemeğini yiyip bilgisayardan işini yapmasıydı. ha bir de babamı sadece tek bir sözle uyarmasıydı, fazlasını yapmıyordu.

"o zaman? neden sınıftaydın?" sesi yükseliyordu. yutkundum.

"dinlenmek istedim." elindeki çatalı sinirle masaya vurdu. "sana dinlenmek yok demiştim?"

"biliyorum." dedim elimdeki çatalla hiçbir şeyi umursamadan yemekle oynarken. babam anlamıyordu, ben de insandım ve dinlenmeliydim. benim mükemmel olmamı beklememeliydi.

evet minho izin vermemişti gitmeme ancak onu suçlamıyordum, o da haklıydı, sonuçta koç jin söylemişti bunu ona. bilmediğimi sanıyordu ancak biliyordum. neden kabul ettiğim hakkında da en ufak bir fikrim yoktu zaten ancak mutluydum. derin nefes verdim, sonrasında babamın yüksek sesini duydum.

"bir işe yarayamıyorsun, ne zaman iyi bir evlat olabileceksin? sana her imkanı sunuyorum ama sen şımarıyorsun." yumruklarımı sıktım masanın altından. hadi ama, her şeyi yapıyordum. onların evde olmadığı gecelerde kardeşime bakıyordum, notlarım yüksekti, birinciliklerim fazlaydı, daha ne yapabilirdim? baba, daha ne yapabilirim ben?

"şu minho denilen zıvırtıyla mı arkadaşsın? hah-"

"onunla alakası yok." dedim babama karşı çıkarak. korkarak yapmıştım bunu ancak doğrular buydu, tanımadığı biri hakkında yorum yapamazdı. özellikle benim yeni alıştığım biri hakkında. ben kendi sınırlarımı bile aşmıştım minho'yla arkadaş olarak.

"sana n'oluyor jisung? gerçekten anlayamıyorum."

"anlamanı isteyen olmadı zaten baba! istesem anlayacak mısın ki?" kalakaldı birkaç saniye. ben ayağa kalkıp masadan kalkacakken bana bağırdı tekrar.

"nankörsün. sana her imkanı sunuyorum." dolmaya başlayan gözlerimi kapattım ve ona döndüm. "han sakin ol." diyen annemi takmadım bile. hoş, zaten bana söylemiyordu.

"bana sunduğun imkanlar arasında sevgi var mıydı baba? o kadar zor olmamalıydı aslında." kaşlarını çattı dediğime, artık ondan sevgi istediğimi anlamaması aptallığa girerdi. bir kere olsun anlasın beni, lütfen.

"ne saçmalıyorsun? boyunu aşan konular hakkında konuşma." dedi, zorlanmıştı bunu söylerken. dediğim ilk defa onu etkilemiş gibiydi, ilk defa gözlerime bakmayarak konuşmuştu.

"peki, gidiyorum o zaman." dedim ellerimi iki yana çıkarak ve kapının yanından montumu alıp kapıyı açtım. "nereye?" diyen babamın sakin sesini duydum.

despair ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin