cinq, V

1.1K 157 25
                                    

han jisung

"iki yüz metre daha dolphin yüzüyorsun ve salıyorum seni, dersine gireceksin. tamam mı?"

kollarımı koyduğum mermerin soğukluğuna rağmen salladım kafamı babamın dediğine. "ayrıca," dedi elindeki kağıtlarla bana dönerken.

"bacağın nasıl oldu? yarışı etkileyecek şekilde bir ağrı var mı?" yarış. yarış tabii ya. bacağın çok ağrıyor iyi hissediyor musun? yerine yarışa engel olur mu? diye soracaktı tabii ki de.

derin nefes verdim kırılan kalbime rağmen. "hayır." oluyordu aslında. çok kötü ağrıyordu ve iki haftadır çekiyordum bu ağrıyı, stresle birleşince uyuyamıyor, sabah sik gibi uyanıyordum.

"tamam, sen yüz. koç jin kontrol edecek seni işim var benim. çıkışta odama gel." dedi ve ayrıldı oradan. ben arkasından bakakalırken, akıtmamaya çalıştığım gözyaşlarım havuz suyuyla çoktan karışmıştı bile. alışmıştım, alışmama rağmen neden ağlıyordum hâlâ? babamın her dediği cümle neden bende bu kadar etki bırakıyordu?

"hadi başlayalım jisung'cuğum." diyen koç jin'in gözyaşlarımı görmesin diye eğdiğim başımı salladım. "jisung?" dedi şefkatle yüzmeye başlayacakken. ona döndüm yavaşça.

"eğer bir şey moralini bozuyorsa, ki sen neden bahsettiğimi biliyorsun, ben olmasam bile birilerine anlatmaktan çekinme. tamam mı?" dedi gülümseyerek. ben düz tuttuğum yüzümle kafamı sallarken, tek bir gözyaşıyla daha yüzmeye devam ettim.

babamın söylemesi gereken şeyleri niye doğru düzgün konuşmadığım koç söylüyordu? bu muydu babamın gözünde baba olmak? veya istediği gibi bir çocuk olmuş muydum? güçlü, yüzmede iyi... peki küçük jisung'a ne olmuştu? idolü babası olan jisung'a?

dört tur dolphin yüzdükten sonra ağladığımdan tuttuğum nefesim tükenmiş bu yüzden derin nefesler alıp vererek sakinleştirmeye çalışmıştım kendimi. sakinleştirici alacak kadar kötü değildim ancak sakinleştirici de almak istiyordum bir yandan. ilaç değil sadece sakinleştirici dediğim, arkadaşlarım da olabilirdi.

"çok güzel yüzdün jisung! ancak sol bacağını tam çırpmıyorsun. bir sorun mu var?"

"sakat." dedim yüzüne bakmadan. mermere bakıyordum sadece.

koç jin anlayışlı bir adamdı. minho'nun neden onunla iyi anlaştığını anlıyordum. ben ona soğuk davransam ya da duygularımı belli etmesem de, o bir şekilde arada desteğini belli ediyordu bana. seviyordum onu.

"neden ne oldu?" dedi endişe barındıran sesiyle. ne diyecektim şimdi? babamla tartışırken mi yaptım diyecektim? hayır.

"bilmiyorum." dedim geçiştirmek istercesine. o ise derin nefes vermiş ve "kendini çok yoruyorsun." demişti. teşekkürler ancak ben de biliyorum bunu.

"benim için sorun değil." dedim dediğine tezat.

"her neyse jisung, iyi iş çıkarttın. şimdi dinlenmene bak, ayrıca bacağına da dikkat et." dedi ve uzaklaştı. bense bir süre daha mermere bakmaya devam etmiş, sonra havlumu alıp soyunma odasına çıkmıştım.

soyunma odasına girer girmez karşılaştığım manzara, tüylerimi diken diken etmiş ve sinirle korkuyu aynı anda bedenime yüklemişti. sikeyim.

lucas ve minho'nun gülerek sürdürdükleri konuşma, ben gelince durmuştu. flört ettiklerini açıkça belli ediyorlardı. lucas'ı tanıyordum, fazlasıyla tanıyordum.

bu durumu bir şekilde kurtarmam lazımdı. şimdi bir çoğunuz belki de kıskandığım için bunları yapacağımı düşünecek ama hayır. gerçekten hayır, sadece bilmediğiniz şeyler var.

ben ikisinin tam karşısında durup önce lucas'a sonra minho'ya baktım. dudağımı kıvırırken, lucas'a döndüm sevecen(!) şekilde.

"üzgünüm, minho'yla özel bir şey konuşmam gerekiyor da. çıkar mısın lütfen?"

lucas dilini ağzında dolaştırırken, itiraz etmeden gitti. ben itiraz etmemesine şaşırırken, minho'ya döndüm. minho bana çatık kaşlarıyla bakıyor, bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi. "bu neydi şimdi?" dedi bana dönerken.

"ne neydi?" dedim anlamamazlıktan gelerek. "lucas'ı kovman?" dedi sinirle. ben bir bahane düşünürken, aklıma gelen şeyle cevap verdim.

"diyecek şeyim var çünkü."

"söyle ve bitir, seninle uğraşamayacağım." tamam, en son kavga etmiş olabilirdik ama bu kadar kaba olmasına gerek yoktu.

neyin alınganlığı bu jisung? on yedi yıldır insanların sana kaba davranmasına alışmadın mı hâlâ?

"koç jin bize gelecekti de, babam da seni çağırıyordu öğrencisisin diye."

"ne?" dedi anlamadığını belli edercesine. derin nefes aldım. ne diyordum cidden?

"babam seni ve koç jin'i çağırıyor bizim eve."

"ben ne alaka taşak mı geçiyorsun?"

"hayır?" dedim ellerimle oynamaya başlarken. iyi sıçmıştım.

"sizin kendi aranızdaki buluşmaya neden ben davet ediliyorum jisung?" dedi sinirle solurken. çıkmaz yola girdiğimde, derin nefes aldım ve ellerimden gözlerine çıkarttım. "çünkü," dedim.

"ben gelmeni istiyorum."

durdu ilk. "benim?" dedi kendini göstererek. kafamı salladım.

"neden?" o da soru işaretleriyle doldurmuştu kafasını büyük ihtimalle, anlıyordum onu. üç gün önce kavga etmiştik çünkü.

ne diyecektim şimdi? "ben..." dedim kekelerken. "sen ne? kavga etmedik mi biz seninle jisung dalga mı geçiyorsun benimle ya?" dedi sinirle solurken. "hayır hayır." dedim telaşla.

"sadece gelmeni istiyorum. kabul etsen olmaz mı?" koç jin gelmiyordu tabii ki de, ben öylesine bir gün çağıracaktım sadece.

derin nefes verdi. "sebep?"

ben sessiz kalınca, gözlerini devirdi. "tamam amına koyayım, gelirim. ama koç jin'in geleceğine inanacak kadar da aptal değilim jisung." dedi omzundaki çantasını daha sıkı tutarak, sonra çıktı odadan.

ben lucas belasını ortadan kaldırmış olmamın rahatlığıyla derin nefes verdim gözlerimi kapayarak. iyi atlatmıştım.

.

but if i gave up on being
pretty,
i wouldn't know how to be
alive,
i should move to a brand new
city,
and teach myself how to die.

-mitski, brand new city

why don't you love me daddy?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

why don't you love me daddy?

despair ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin