Oysa sadece gizli çınarın gölgesinde güneşlenmek istedim...
Zifiri karanlık gibi parlayan gözleri, ellerimi bulduğunda kaşlarını çattı. Başımı eğdim ve ellerimi hafifçe kaldırdım; yaralı olan ellerim, aldığı darbeden sonra kanamış ve beyaz sargıyı koyu kırmızı rengindeki kanıma bulamıştı.
"Elleriniz?" diyerek sorguladığında gülümsedim ve arkamı dönüp boks ringinin lastiklerinin altından geçtim. Arkamı dönmeden, yürümeye devam ederek konuşmaya başladım. "Asaf Arkın, Akvaryum Koyu'nun doğusunda. Ormandan dümdüz ilerleyin, önünüze yasemin sarmaşıkları ile donatılmış bir ağaç çıkacak. Şansınız varsa hala yaşıyordur."
Ve adımlarıma hız katarak, yerdeki çantamı alıp A Team Muay Thai & Kick Boxing merkezinden dışarı çıktım. Ana yola ulaştığımda karmaşık olan çantamı kurcalamaya başladım, telefonumu bulup bir an önce buradan gitmeyi istiyordum. Derin bir nefes aldım ve telefonumu bulamadığım her saniye için lanetler yağdırmaya başladım, tek istediğim taksi çağırmaktı ama küçücük çantanın içerinde kocaman telefonu bulamıyor olmak fazlasıyla sinirlerimi bozmuştu.
Çantamın ön gözünü açtığımda sonunda bulabildiğim telefonum ile rahatladım ama tam o anda arkamdan yankılanan ses, tüm bu rahatlığımı silip süpürmüştü."Sena Şahin."
Gülümsedim, bu gülümseme... Gerçek hissettiriyordu.
Arkamı döndüğümde her zamanki despot görünüşü ile karşılaşmıştım. Bu şaşırtıcı değildi, asıl şaşırtıcı olan; adamını kurtarmak için herhangi bir hamlede bulunmamasıydı. Neticede; bu kadar kısa sürede, bir telefon konuşması yapması ve adamının yerini tarif etmesi çok zordu."Asaf Arkın'ın, sizin için bir önemi olmamasına şaşırdım. Oysa, onu kurtarmaya gitmenizi beklerdim." dediğimde gülümsedi ve kravatını düzeltip bana doğru yaklaşmaya başladı. Bense, bu süre zarfında damarlı ellerinin kavradığı kravatına odaklanmıştım.
Kısık bir kahkaha attım ve başımı onaylar anlamda salladım, "tabii ya, dinleme cihazı varken telefona ne gerek var." dedim ve kafamı kaldırıp gözlerinin içine odaklandım. Alışkanlık olarak dudaklarımı ısırdığımda otomatik olarak gözleri dudaklarıma yöneldi, ve hemen sonra bana bir adım daha yaklaştı.
"Yarın sabah saat 09.00'da NWM'de olun." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Nedeni nedir?" diye sorduğumda elini belime yerleştirdi, ben belimdeki eline odaklanmışken o beni yönlendirmeye başlamıştı bile. "Bunu yarın geldiğinizde öğreneceksiniz."Gözlerim ilk önce belimdeki elinden, kurnazca gülümseyen yüzünü incelemiş sonra da yönlendirdiği tarafta, park halinde duran Hyundai Genesis GV80'e yönelmişti. Yine farklı bir arabaydı, her bindiği arabanın birbirinden pahalı olması şaşıldık değildi ama alışık olmayan bünyem bu kadar çok gösterişli arabayı, ardı ardına görmeyi kaldıramıyordu.
Başımı iki yana salladım. Acilen bu düşüncelerden uzaklaşmalı ve şu anda içerisinde olduğum, daha önemli konulara yönelmeliydi. Mesela, Pars Kara beni nereye götürüyordu.
Hiç itiraz etmeden, gösterişine kapıldığım arabanın kapıları kilitlediğinde gözlerimle yavaşça Pars Kara'yı baştan aşağı süzdüm ve hareketlerini en küçük ayrıntısına kadar gözlemledim.
Kravatını hala çıkarmamış olması bir yana pantolonunun cebindeki telefonunun çalması, ikimizin de dikkatinin dağılmasına sebep olmuştu.Telefonunu çıkartıp açtığında, telefonundan gelen kısık konuşma seslerine kulak kesildim.
"Asaf'ı bulduk Kara Bey, durumu iyi."
"Güzel."
Ve telefonu kapatıp arka koltuğa fırlattı.
Ve hemen sonra ben, ellerimi birleştirip öne doğru gerip boynumu sağa sola çevirerek çıtlatmakla meşgul olmaya başladım. Ellerimi iki yanıma doğru açıp iyice gerindiğim sırada sağ elimin tutulup çekilmesiyle belimin çıtlaması hafiften canımı yakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gül: Masumiyet
Mystery / ThrillerGece üç civarıydı, uyanıktım. Gözlerim kan doluydu, pınarlarımdan akan yaşlar her ne kadar durulmuş olsa da kalbimin derinliklerine yerleşen yangın hâlâ varlığını sürdürüyordu. Düşündüm, bir müddet sessizliğe adadım kendimi ama bitmiyordu, geçmiyord...