Sınır: 33 Yorum, 13 Oy
...
Nasıl oldu tam hatırlamıyorum aslında. Bir gece ansızın; herkesten, her şeyden, masumiyetimden ve benliğimden vazgeçtim.
6 Yıl Önce
Betonun, hastane elbisesinin açıkta bıraktığı bacaklarımdan bütün bedenime hücum eden soğukluğu parmaklarıma kadar ulaşmıştı. Şehrin gürültüsü, rüzgarın keskin uğultusu kulaklarıma doluyor; gökyüzünde parlayan Güneş gözlerimi kamaştırıyordu. Ayaklarım boşluktan sarkarken Güneş'in doğuşundan beridir parmaklarımın arasında döndürdüğüm mavi serçe oyuncağını avcumun içine kapattım ve kafamı kaldırıp gözlerimi yumdum. Rüzgar yüzümü okşuyor, Güneş'in sıcaklığı bedenimi ısıtıyordu.
Arkamdan gelen sakin adım sesleri son bulduğunda tanıdık bir ses duyuldu. "Atlayacak mısın?"
Dudağımın kenarında oluşan tebessümle derin bir nefes aldım.
"İnsanlar en kötü ölümün cayır cayır yanmak olduğunu söylüyorlar." dedim ve gözlerimi aralayıp kafamı eğdim. Saçlarım yüzümü teğet geçiyor, dudaklarımı gıdıklıyordu. "Yanlış." dedim ve avcumun içine kapattığım serçeyi gün yüzüne çıkarttım. "En kötüsü boğulmak."
Burnundan güldü. Ayak sesleri yavaşça bana doğru geldiğini anlamamı sağlamıştı ama sanki bana bakmıyordu. Gözleri bende rahatsızlık hissi uyandırmayacak kadar ilgisizdi.
"Ölmek için atlamıştım oysa. Dalgalar tüm öfkesini bedenime yansıttı, hayattan dahi daha acımasızca davrandı. Derinlere, karanlığa gömüldüğümde korkmamak için gözlerimi kapattım ama öylesine canım yandı ki görmek zorunda kaldım. Kurtulmak için çırpındım ve ölmek isterken dahi umut yakama yapıştı. Ölemedim..." Gözlerimden firar eden gözyaşı bana o günü hatırlatmıyordu, unutmamamı sağlıyordu. "Umut etmekten nefret ediyorum, acınası olduğu için; Azrail'den nefret ediyorum, o saniye canımı almadığı için." diye devam ettim kısık ve titrek bir ses tonuyla.
O ise adımlarını tam yanıma geldiğinde durdurdu ve iki elini betona koyup kendini yukarı çekti. Yanıma oturduğunda tek bacağını kendine çekmiş, kolunu üzerine yerleştirmiş ve diğer bacağını ise aşağı sarkıtmıştı.
Gözlerini elimdeki serçeye çevirdiğinde umarsızca ona çevirdim kafamı.Yirmili yaşlarda sert mizaçlı, siyah saçlı, esmer bir adamdı. Bakışları bana ulaştığında içimi titreten koyu kahverengi gözleri ona bakmamam için uyarıyor, bedenimi bilinmez bir duvarla tehdit ediyordu.
Gözlerimi indirdiğim sırada boynunda, kulağının altında yer alan zar dövmesi dikkatimi çekmiş ama ona daha fazla bakmak istemediğimden kafamı çevirip gözlerimi tekrardan mavi serçeye indirmiştim."Ne hissettiğini unut ve asıl istediğin şeye, hak ettiğin şeye odaklan." dedi sakince ve soğuk parmakları parmaklarıma yavaşça temas edip avucumdaki mavi serçeyi kavradı. "Hiçbir silah geçmiş kadar acı vermez." Serçenin kanatlarını işaret parmağıyla okşarken yüzüne sevecen bir tebessüm yerleştirdi. "Hayatın mahvolduğunda bunu kontrol edemezsin. Bırak acı seni yeniden yaratsın. Bırak ıstırap seni inşa etsin. Yürüdüğün bu keder labirentinde duygularını kaybet, çünkü bütün bu anlar zaman içinde kaybolacak. Tıpkı dalgaların sildiği gözyaşların gibi...
Sahte bir mutluluk yerine sade bir yalnızlığı tercih et. Bırak senden vazgeçsinler. Bırak seni aramasınlar. Bırak seni unutsunlar. Sessizce ilerle, zamanı geldiğinde seni hatırlayacaklar...
Sıradan olmak için doğmadın. Unutma: Tek kusurun kusursuz olman."
Gülümsedim. Kafamı çevirip dikkatlice serçeden yana olan yüzünü inceledim. "İnsanlara borçlu olmayı sevmem." dedim beni kurtarmış olmasını vurgulayarak. "Elindeki serçe ben geri alana kadar senindir." diye devam ettim sözlerime ve onun umarsız gülümsemesi daha da büyüdü. Serçeyi parmaklarıyla kapattı ve avcuna hapsetti. "O zamanı dört gözle bekliyor olacağım." diye karşılık verdi ve ilk kez koyu kahverengi gözlerini uzunca bir süre gözlerimle birleştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gül: Masumiyet
Mystery / ThrillerGece üç civarıydı, uyanıktım. Gözlerim kan doluydu, pınarlarımdan akan yaşlar her ne kadar durulmuş olsa da kalbimin derinliklerine yerleşen yangın hâlâ varlığını sürdürüyordu. Düşündüm, bir müddet sessizliğe adadım kendimi ama bitmiyordu, geçmiyord...