Bölüm 24

8 1 0
                                    

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen...
Keyifli Okumalar!

Instagram: @yzglemine_
Tiktok: @yazgl.emine

☆Dünya canlı olsa ne yazar on iki yaşındaki çocuğun yüzü gülmüyorsa...☆

Her yeni günün ardından acılara alışılmak zorunda kalınıyor, hayatın ritmine ayak uyduruluyordu. Evet, acılar geçmiyordu bazı acılar ilk günkü tazeliğini koruyordu ama hayatın ritmine ayak uydurmak zorunda bırakılıyorduk. Her fırtına üzerimizden geçip giderken bir yandan uyku bir yandan da rüya karışımın içinde hapsolmuş derin bir karanlığın içinde kaybolduğumu hissediyordum. 
Uzaktan bağırışlar duyuyordum. Akıl süzgecimden geçemiyor, ne olduğunu anlayamıyordum.
Sesler netleşmeye başladığında gözümdeki pusta azalmaya başladı. Gözlerimi kırpıştırdım. Karşımda Salih, elinde bıçağı. “Canım kızımız bizi özlemiş Meral,” bu ses. Hayır hayır!

“Dur yapma!” diye bağırdı annem. Gözünde yaş yerine kan akıyordu.
Salih elindeki bıçağı karnıma sapladığında o güne döndüm.
“Yardım edin.” Biri beni kurtarsın bu kabustan.
“Yardım edin.” Rüya olduğunu kavrayabilen aklım çıkış yolunu bulamıyordu.
“Yardım edin.” İşkence etkisi olan kabuslarımın içinde kıvranıyordum.
Uyumak istemiyordum. Uykularım işkence ediyordu. Hiç düşünmezdim kabuslarımın zindanım olacağını. Uykularımdan kaçacağımı hiç düşünmezdim. Oysa ben ufacık bir sorunum olduğunda kendimi uykunun kollarına atan biriydim. Uyuduğum zaman her şeyi kısacıkta olsa unutmak için uykularına sığınan küçük bir kız çocuğuydum sadece.
Sarsıldığımı hissettim uzaktan bir ses “Alisya hanım uyanın lütfen,” diyordu.
Nefes nefese kalmış şekilde gözümü gerçek dünyaya açtığımda esmer bir kız başucumda beni uyandırmaya çalışıyordu.

Aklım bulanıklaştı. Etrafa baktığımda yabancı bir yerde olduğumu gördüm. Burası benim odam değildi. Neredeydim ben?
Yatağın en ucuna giderek kızdan uzaklaştım. “Kimsin sen? Uzak dur benden.” Kız kafa karışıklığıyla bana bakarken “Alisya hanım iyi misiniz?” diye sordu. Nereden tanıyordu beni. “Kötü bir kabus görmüş olmalısınız alın suyu için,” dedi komidindeki bıçağı alırken. Bıçak mı? Hem de kanlı. Üzerime baktım. Tişörtümde kan vardı. “Sen sen beni bıçakladın,” diye bağırdım elindeki bıçağa hamle yaparken.
Kızın üzerine atıldığımda etrafa su damlacıkları döküldü ama aldırmadım. Elindeki bıçağı aldığımda onun bardak olduğunu üzerimize de su döküldüğünü farkettim.
Neler oluyordu? Kız korkmuş gözleri ile “Yıldırım Bey,” diye bağırarak benden uzaklaşmaya başladı. 
Odaya tanımadığım daha başka başka insanlar geldi. “Şule ne oldu?,” dedi. Gelenlerin arasından uzun boylu orta yaşlı adam.

Kız kekeleyerek konuşmaya başladı. “Ben akşam yemeği için Alisya hanımı çağırmaya geldim. Kabus görüyordu, uyandırdım. Ama bana saldırdı ne olduğunu anlamadım,” tüm gözler bendeydi.
Konuşan adam bir adım attığında dehşete düştüm. Ne olduğunu idrak edemedim. Elimdeki bardağı kafasına attım “Yaklaşma bana, hepiniz beni öldürmek istiyorsunuz. Onun, o kızın bıçağı vardı. Saldırmadım ben kimseye.”
Elini kafasına götürürken “Alisya kızım...” daha konuşacaktı ama susturdum. “Ben kimsenin kızı değilim. Uzak durun benden,” diye bağırdım. Elimi saçlarımın arasına alarak çekiştirmeye başladım.
“Dur yapma bak kendine zarar veriyorsun,” histerik bir şekilde güldüm. “Kimin umurunda ki,” daha fazla çekiştirdim.
Köklerim sızlamaya başladığında arkadan birisi elimi tutarak saçlarımdan uzaklaştırmaya çalıştı. “Kuzen ne oluyor? Kendine gel?” O beni tutarken yaşlı kadın gelip bana tokat attı.

“Görmüyor musunuz? Kız kriz geçiriyor. En etkili yol da bu.” Dedi neden tokat attığını açıklayarak.
Dizlerimin üzerine düştüm. Üzerimde kan lekesi yoktu. Bıçak dediğim bardaktı. Uyandığım oda kendi odamdı. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. İlk hıçkırığımın arkasından hiç durmadan yenisi gelmeye başladı. Uzun boylu dediğim adam babamdı. Alnından kan akıyordu. Ne yapmıştım ben? Usulca yanıma yaklaştı. Arkamdaki Onur bıraktı ellerimi.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken babam sarıldı bana. Sarılmasına izin vermedim, o zorla kollarının arasına almak istedi. Ona vuruyor benden uzak durmasını istiyordum.
Dedemin sesini işittim “Hadi çıkın odadan,” diyerek kovuyordu herkesi.
Kapının kapanma sesini duydum. “Şşş geçti, ben buradayım. Yanındayım” diyordu babam.

Halen daha ona vururken o sarılmasını hiç bırakmadı. Elinden gelse beni içine hapsedecek güvenli kollarından çıkmama hiç izin vermeyecekti.
Hıçkırıklarım daha da fazla çoğaldığında nefesim kesildi. Bilincimi açık tutmakta zorlandığımı hissederken kendimi tekrar karanlığın kollarına bıraktım.
Elimde bir ağırlık hissederek gözlerimi açtığımda,  başucumda babam elimi tutmuş dalgın bir şekilde karşıdaki duvara bakıyordu. Sırtımı yatak başlığına koymak için hareketlendiğimde uyandığımı anlayıp bana baktı. Alnındaki yara bandını gördüğümde görüntüler zihnime şimşek hızıyla dolmaya başladı.

Mahcup bir şekilde ona bakarken kısık sesiyle “İyi misin?,” diye sordu. Oda da sadece ikimiz vardık. Gözlerimi onun yüzünden çektim ve önüme baktım. Sadece başımı salladım. Ondan uzaklaşmaya çalışırken izin vermedi.
“Benden uzaklaşmanı istemiyorum kızım. Lütfen bunu bana yapma,” dedi çaresiz perişan halde. “Herkes benden uzaklaştı, tam seni yeni bulmuşken sende bunu bana yapma,” dedi. Acı çektiği sözlerinden yüzünden belliydi ama bende acı çekiyordum hem de çok. Bencillik yapmaya hakkım yoktu. Karşımda perişan duran adamı da anlayıp ona hak vermeliydim. Nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum uzaklaşmak yerine babama sarıldım. Bir şey söylemem gerekiyordu. “Özür dilerim baba,” dedim boğuk bir sesle. Hissettiğim başımda  kısa bir öpücüktü ama babam için çok değerliydi. Benim içinde öyle.
“Sakın özür dileme! Özür dilemesi gereken son kişisin,” dedi gözlerime bakıp. Gözlerimden yaşlar süzülürken babam elleriyle gözyaşlarımı sildi. Eray gittikten sonra perişan olmuştuk. Melahat teyze hastaneye kaldırıldı tansiyonu çıkmıştı. Ayşen teyze de perişan olmuştu. Olaylar durulduğunda daha fazla mahallede kalamadım. Eve geldiğimde kimseyle konuşmadan odamda uyuya kalmıştım. Yine yatağıma uykuma sarılmıştım, artık sarılacak kimsede kalmadı uykularım bile işkence etkisi yaratıyordu. Hayat hep mi masumlara böyle acımasız davranıyordu? Bir müddet babamla böyle kaldık.
Babam, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

Sessiz ağlarken bir hıçkırık kaçtı ağzımdan ağlamam daha da şiddetlendi. “Baba,” dedim. “Eray’ı götürdüler.”
Babam anlamayarak yüzüme baktı. Ona Eray’ın durumunu anlattım. Babam sakinleşmemi bekledikten sonra beni yatağa yatırıp telefonundan birilerini arayıp ilgilenmesini istedi. Babamı gerçekten seviyordum.
Ben yatarken babam anlıma bir öpücük kondurdu. “Yaralarını birlikte saracağız kızım,” dedi.
☆☆☆
Uykunun kollarına teslim olduğumda büyük bir gürültünün sesiyle uyandım. Güneş doğmuştu, etraf aydınlıktı ama gece uyumadığım için olsa gerek tekrar gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum.
Küt. Küt. Tak. Tak.
Bilincim bir süre düşüncelerle boğuşsa da duyduğum seslere aldırış etmedim. Uykunun tatlı kollarında esir düşmüş hiçbir şeye aldırış edecek mecalim yoktu ve sesler benden çok uzakta gibiydi. Uğultulu sesler algılıyordum ve en sonunda bir kadın çığlığı bıçak gibi keskinliğiyle gün yüzüne çıkmıştı. Ne kadar uyanmak istemesem de zar zor gözlerim açıldı ve hiç kımıldamadan etrafa baktığımda hiç bir şey ve hiç kimse yoktu. Rüya mıydı yoksa kâbus muydu? Ya da gerçek miydi? Sesler dışarıdaki koridordan geliyordu.
“Dikkat etsene sersem,” diye duyduğum azarlama sesi gürültüyü açıklıyordu ama ses hiçte tanıdık değildi.
Her neyse ne! İlgilenmiyorum.
Yatağımda uyku mahmurluğundan kurtulmak için bir süre yataktan çıkmadım. Uzun zamandır geceleri o kadar huzursuz ve yorgundum ki uyuyamıyordum. Kabuslarım, yaşadıklarım yakamı bırakmıyor üstelik Eray’ın annesinin intiharını hala kabullenememişken birde Eray’ı alıp götürmüşlerdi. Bu olaylarda eklenince yaşadıklarıma tuz biber olmuştu.

Yarım saat sonra yataktan çıktım ve nefes alabilmek adına balkona çıktım. Muhteşem bir deniz manzarası uzaktan bana göz kırpıyor ve her ne kadar içimden el sallamak gelse de bu isteğimi bastırdım. Ciğerlerime ferahlatıcı nefes alıp verirken kendimi iyi hissettiğime karar kıldım. Ah şu lanet düşünceler birde boğmasa...
Esrarengiz gökyüzü, büyüleyici doğa, güzelim dünya nasıl olur da insan ruhu sıkılıp, bunalır, nefes alamaz. Yaşam insana seçenek sunar; iyi ya da kötü. Her şerrin içinde ki hayrı bulursan ve sabredersen işte o zaman yaşamak daha da kolaylaşır. Bu hayat yaşamayı bilene güzeldir. Öyle ya da böyle. Sen anlam kat kendine ve yaşamayı öğren. Hayat seçimleri bir şekilde bana bırakıyor.

Gözüm arka bahçeye iliştiğinde büyük bir hazırlık olduğunu gördüm. Evin yardımcıları oradan oraya koşturuyor, bahçede büyük bir telaş hâkimiyetini sürdürüyordu. İçeri geçip saate baktığımda 07.18’di. Daha fazla oyalanmadan banyoya yöneldim. Uzun süre suyun altında bekledikten sonra kendime geldim ve artık çıkmam gerektiğini idrak ettim. Bornozla banyodan çıktığımda kapı açıldı. Karşımda Onur’u beklemiyordum hem de ben bu haldeyken. Kapıyı açtığı gibi gözleri beni bulmuştu ve yüzünde ki şaşkınlık fark edilmeyecek gibi değildi. Sadece şaşkınlıkta yoktu korku da vardı. Hemen üzerimdekini sıkıca kavramayı akıl edebildim.
Zihnim çalışmaya akıl etti ve bağırdım.” Ne yapıyorsun sen? Çık dışarı!”
Bu tepkimi beklemeyen Onur hemen arkasını döndü. “Özür dilerim kuzen, gerçekten. Ama şuan burada saklanmam lazım büyük ihtimalle annem ve babam beni arıyorlardır ve buraya gelmezler.” Hala daha şaşkınlığımı atamamıştım.
“Annen, baban mı?” diye sordum.
“Evet,” diye mırıldanırken neredeyse bana doğru dönecekti.
“Sakın arkanı dönme. Sakın!”
Ellerini kaldırarak , “Tamam tamam. Hem sen benim kuzenimsin o gözle bakmam merak etme.”

Hemen giyinme odasına girdim hızlı ve isteksiz bir şekilde hazırlandım ve oda da Onur’un varlığını hatırlayınca derin bir nefes aldım.
“Kuzen artık bakabilir miyim?” diye sordu bıkkınlıkla.
“Ah! Evet,” diye ağzımın içinde gevelerken onu inceledim. Pantolonu ve ayakkabıları çamurdu. Üzerini işaret ederek, “Bu halin ne?” diye sordum.
Onur tam koltuğa yerleşirken onu uyardım.
“Sakın oturma! Böyle domuz yavrusu gibi leş bir halde oturamazsın.”
Gözlerini devirdi, oturmaktan da vazgeçti ve saçlarını geriye doğru eliyle taradı. “Benim gibi yakışıklı birini gerçekten domuz yavrusuna mı benzettin,” derken yüzünü buruşturdu.
“Bu çamurlu halde su aygırı da olabilir.”

İnanamayarak isyan eder bir tavırla bana bakarken, “Benim gibi mükemmel, taş gibi birisini nasıl olurda hayvana benzetebilirsin? İnanamıyorum,” dedi. Alınmış mıydı o?
“Kusura bakma ama aynaya baksan ne demek istediğimi anlarsın,” dedim saçlarıma şekil vermeye başladım.
Onur, aynanın karşısına geçip şöyle bir kendine baktı. “Yine de her halimle kusursuzum.” Egosundan asla taviz vermiyordu. Aynaya hala bakmaya devam ederken, “Canım saçlarım,” dedi. Kıvırcık koyu kahverengi saçları vardı. Saçlarını özenle yaptığı ve çok sevdiği belliydi. Onur yakışıklıydı.

“Ne getirdi seni bu hale?” diye sordum bu kez.
“Sorma gece kaza yaptım.”
“Ne? Gerçi görünüşe bakılırsa sana bir şey olmamış.”
“Ben iyiyim ama araba pert oldu.”
“Sana bir şey olmamış, önemli olan bu. Kimse sana kızmaz.”
İsyan edercesine,” Babam hariç,” dedi. Bu amcam Tamer’i acayip merak ediyordum, adam kontrol manyağı olmalı. Onur’u da çok bezdirdiği ortadaydı.
“Peki, nasıl dışarı çıktın?”
Dedem gece evden dışarı çıkmama cezası vermişti tam olarak ne yaptığını bilmesem de ilgilenmemiştim, cezadan Pamir de yararlanmıştı. Tabii ki de bir şekilde cezayı çiğniyorlardı.
“Eve hiç gelmedim ki.”
Yanında Pamir de var mıydı acaba? Yine de soramazdım.
“İyi bir cezayı hak ettin öyleyse,” dedim inanamayarak.
“Aynı Yıldırım amca gibi konuştun.”
Bir yandan da saçlarımla uğraşırken kapı çaldı. İkimizde ani bir panik yaşadık Onur giyinme odasına çoktan koşarak girmişti bile. Ben neden panik oldum anlamadım.
Kim diye düşünürken sonunda, “Gel,” demeyi akıl edebilmiştim. Kendimi toparladım. Babam içeri girdiğinde zoraki de olsa gülümsedim.

O da gülümserken, “Erkencisin?” dedi şaşırarak. “Uyandığını beklemiyordum açıkçası. Dün gece yanına geldiğimde de uyumamıştın. Bir sorun mu var?” diye peş peşe sıraladı. Akşamki olayı hatırlayınca anıları bir balon gibi patlattım. Hatırlamak istemiyordum.
“Sadece biraz başım ağrıyordu şuan gayet iyiyim,” dedim, neşeli bir şekilde. Tabii oda da Onur’u görecek diye tereddüt içindeydim bir yandan da belli etmemeye çalışıyordum.
Babam inanamayarak baksa da ya neşeli olduğuma şaşırdı ya da davranışlarımda bir tuhaflık sezdi çünkü dün akşamı o da dile getirmese de ne olduğunu anlayamamıştı. Bende öyle. Neden öyle davrandığımı ne olduğunu hala idrak edememiştim. Ya da gerçekten ikna olmuştu. “Peki, küçük hanım öyle olsun, Tamer ve eşi Nazan yurtdışından döndüler. Sabah onların gürültüsüne uyandın galiba Nazan pek bir gürültü yaptı.”
Sabah duyduğum sesleri hatırladım. “Evet,” dedim. “Gürültüden uyuyamadım.”

Babam anlıyormuş gibi başını salladı. “Hazırsan kahvaltıya inelim,” dedi. Saçlarıma şekil veremeyerek salık bıraktım ve kafamı salladım. Babam önden çıkarken ben arkaya bakıyordum. Onur başının çaresine bakardı herhalde.
Önüme döndüğümde babamla göz göze geldik sonra etrafı inceledi, bana dönüp yerdeki çamurları kast ederek ‘bunlar ne?’ bakışı attı. Babam akıllı bir adamdı ve onu kandırmak hiç kolay değildi. Kendimi suçlu hissederek içimden ‘umarım bir şey anlamaz’ diye geçiriyordum. Ama çok geçti.
Babam, “hadi çıkalım,” dedi ve kapıyı odadan çıkmadan kapattı. Anlamıştı.
Ellerini cebine koyarak büyük bir merakla beklemeye başladı. Onur dışarı çıktı. Tabii bizi öyle görünce tekrar geldiği gibi az önceki saklandığı yere koşar adım kaçtı.
“Onur?” dedi babam dişlerini sıkarak.

“Aradığınız numaraya şuan ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar denemeyiniz!” dedi Onur dışarı çıkmadan. Gülümsemiştim. Babam bana göz ucuyla baktığında yüzümden gülümsememi silip dudaklarım düz bir çizgi aldı.
“Dışarı çık! Bir daha söylemeyeceğim.”
Onur odadan kafasını uzatıp kararsız bir şekilde başını öne eğdi ve tekrar bize baktı.
“Dün gece kaza yapmışsın. Her şeyden haberim var.”
“Ama amca...”
Babam konuşmasına izin vermedi. “Bu seferlik affediyorum ama bir daha olmasın.” Düz bir şekilde Onur’a bakarken dudaklarında hafif bir kıvrılma vardı.

“Amca lütfen açıklayabilirim.” Onur daha babamın ne söylediğini idrak edememişti sanırım.
“Bir dakika amca gerçekten mi? Peki babam?”
“Kimsenin haberi olmayacak. Bir daha olmasın Onur!” Onur sevinçten ilk önce babama sonra da bana sarıldı. “Hadi kahvaltıya gidelim,” dedi.
“Onur,” dedim üzerini kastederek. “Bu halde mi?” Üstüne başına baktıktan sonra iğrenir gibi yüzü bir hal aldı. “Hemen odama gidip kendime çeki düzen vereyim.”
Onur odasına gittiğinde bizde aşağı indik. Herkes bahçede ki kahvaltı masasına oturmuş sohbet ediyorlardı. Bizi görünce herkes sustu ve yüz hatları babama benzeyen adam ayağa kalktı.

“Abi yeğenim Alisya bu mu?” dedi sevecen bir şekilde.
Babamı anımsatıyordu ama tek farkları fiziğiydi. Babam uzun boylu, kaslı yapılı biriydi ama amcam Tamer, babamdan kısa, esmer, hafif göbekli bir adamdı. Bir de babamdan farkı amcam güler yüzlüydü ama babam her zaman gülmezdi. Ben daha çok ketum, çatık kaşlı sinirli birini bekliyordum. Onur’un halini görünce öyle birini beklemem gayet normaldi aslında.
“Evet , kızım Alisya,” dedi babam.
Yengem Nazan beyaz tenli, sarı saçlı biriydi. Oturduğu yerden kalkmayarak, “Ailemize hoş geldin canım,” dedi gülümseyerek.
Karşılık olarak gülümsedim. Tamer amca içten bir şekilde bana sarıldığında Nazan da ayağa kalktı. “Ah! Canım ne kadar da güzelsin,” diyerek sevgi seli gösterdi ve sarıldı. “Aynı Fulya,” dedi. Babam kaskatı kesildi.

Dedem bana bakarak yanağını gösterdi ve onu da ton ton yanaklarından öptüm tabii büyükannemin de. Hayalini bile bir an kurmadığım anı yaşıyordum ve sevildiğimi hissediyordum. Utanmasam şuan ağlayabilirdim.
Babamla birlikte masaya geçtiğimizde kendimi iyi hissediyordum.
Dedem, “Bizim eşek sıpası nerde?” diye sordu. Sabah ki Onur’un halini hatırlayınca gülümsedim. Nazan Hanımın dikkatini çekmiştim sanırım, bana bakıyordu.
“Günaydın canım ailem,” diyerek Onur kahvaltıya teşvik etmişti.
“Ahh! Aslan oğluşum.” Nazan, Onur’u sesli bir şekilde öptü. Sonra babasına sarılmıştı Onur.

Sonunda kahvaltıya başlayabildik. Önümdeki kahvaltıya baktığım da tek kuş sütü eksikti ama benim ne ağzımın tadı vardı ne de iştahım. Yine de zorla bir şeyler yemeye çalıştım.
Nazan yenge, Amerika da yaşadıklarını anlatıyordu tabii Nazan tatil için gitmiş amcam Tamer orada ki işleri kontrol etmeye. İçimden Nazan’a yenge dediğimi duysa herhalde kızardı diye geçirdim. Kahvaltı bittikten sonra odama gittim. Sibel ve Sefa ile görüntülü konuştum. Her şeyin aynı olduğunu ve bir değişiklik olursa haber vereceklerini söylediler. Melahat teyze daha iyiydi ve eve gelmişti. Bütün gün odamdan dışarı çıkmadım. Müzik dinledim sıkıldım, yattım sıkıldım, film izledim sıkıldım, sıkıldım... Zaman geçmiyordu. Sonunda babamın çalışma odasına gidip bir tane kitap aldım sonra bu kitapları tek tek karıştırmayı aklıma not edip odama geri döndüm.



Bir hafta geçmişti. Odamdan sadece yemek saatlerinde çıkıyor onun haricinde bütün gün uyuyor, film izliyor, balkonda oturup kitap okuyordum. Tembeldim ve bu tembelliğe alışmıştım. Babam son günlerde psikoloğa gitmem için ısrar ediyordu. Birde psikologlarda uğraşmak istemiyordum. Geceleri Onur ve Pamir ile film izliyorduk ya da arka bahçe de çimenlerin üzerine oturup yıldızları izliyorduk. Pamir’i görmek istemediğim halde yanımda bitiyordu ve istenmeyen ot misali. Şaşırtıcı bir şekilde Onur geceleri evden kaçmıyor hatta işten eve, evden işe mekik çekiyordu. Onur’la gayet iyi anlaşmaya başlamıştık. Sibel ve Sefa ile Eray’ı görmeye gittik. Eray nüfusta babasının üzerine kayıtlı değilmiş ve nüfusta kayıtlı olan babası yedi yıl önce ölmüş. Bu yüzden Eray kimsesiz olduğu için çocuk esirgeme kurumuna alınmıştı. Eray gün geçtikçe içine kapanmıştı eski neşesi kalmamış ve yurtta kalmak istemediği belliydi. Gideceği hiç kimsesi olmadığı için daha da üzgündü. Eray özgürdü, özgürlüğe alışmıştı elinden. Günde mahalleyi turlayıp oradan oraya koşardı şimdi dört duvar arasına sıkışmış gibi hissetmesi normaldi. Dünya canlı olsa ne yazar on iki yaşındaki çocuğun yüzü gülmüyorsa...

Eray’ı sahil kenarında bulduğumuz günden sonra bir daha annesinden bahsetmedi, o günden sonra bir daha annesinin mezarlığına gitmedi. Annesini yok sayıyordu. Bunun için onu suçlayamazdım çünkü yaşadıklarını en iyi kendi bilirdi.
Eray yanımızda fazla kalmak istemedi yarım saat kaldıktan sonra “Bir süre sonra gelmeyi de bırakırsınız,” demişti gitmeden önce. Bize, herkese kırgındı daha fazla yanımızda kalabilirdi ama o istememişti. Bu duruma çok üzülmüştük ama elimizden bir şey gelmiyordu maalesef.

Babam ile annem Fulya’nın yanına gelmiştik. Mezarlığa giden taşlı yolu adımlarken içimde büyüyen ağırlığı tarif etmek zordu. Güneş tepemizde parlıyordu. Yolun iki yanında uzanan servi ağaçları, sıcak havaya inat serin bir gölge oluşturuyordu. Kuş cıvıltıları ve hafif bir esinti, mezarlığın o kasvetli havasını biraz olsun hafifletiyordu. Babam yanımda sessizce ilerliyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu belki de, ben de ne hissedeceğimi bilmiyordum.Annemin mezarına vardığımızda içimde tuhaf boşluk daha da büyüdü, garip bir sızı hissettim. Siyah mermer taşın üzerinde Fulya Yıldırım yazıyordu. Altında doğum ve ölüm tarihi… Ben doğarken, o ölmüştü. Hayat, beni ona bağlamak yerine, ondan koparmıştı. Annemi hiç tanımamıştım. Sesini, kokusunu, dokunuşunu bilmiyordum. Ama buradaydım. Onu tanımasam da ona ait bir şeylerin hala burada olduğuna inanmak istiyordum. Gerçek anne sevgisini nasıl bir şey olduğunu hiç hissetmemiştim.
Babam elindeki çiçekleri mezarın üzerine usulca bıraktı. Ellerini cebine soktu, gözlerini kapattı. O an, onun da içindeki acıyı hissettim. Gözleri dalıp gitmişti. Yıllardır buraya tek başına gelip gidiyordu. Karısıydı, sevdiği kadındı, kaybıydı. Ama benim için, hiç sarılamadığım, hiç ‘anne’ diyemediğim bir yabancıydı.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Elimdeki çiçekleri üzerine nazikçe bıraktım. Elimi mezar taşına koyarken içimde bir sıcaklık yayıldı, sanki onun varlığı hala buradaydı. İçimde beliren bu tuhaf sıcaklık, annemin varlığına duyduğum özlemle birleşti.
“Anne…” dedim fısıltıyla. İlk kez söylüyordum ona bu kelimeyi. Ona seslenmenin nasıl bir his olduğunu bilmeden, bir cevap beklemiyordum elbette ama yine de içimden gelen bu çağrıyı susturamıyordum.
“Beni hiç tanıyamadın. Ben de seni tanıyamadım. Ama sana o kadar ihtiyacım vardı ki… Bir kez olsun elini tutmaya, bir kez olsun saçımı okşamana… Annesiz büyümedim ama içimde hep bir boşluk vardı. Şimdi buradayım. Biliyorum, beni sevdiğini hiç söyleyemedin ama hissetmek istiyorum. Burada, bu taşın altında değil, içimde yaşadığını bilmek istiyorum.”

Rüzgar esti. Sanki annem de bizi duyuyor, bizi izliyordu. Mezar taşına başımı yasladım, gözlerimi kapattım. Bir an, hafif bir esinti yüzümü okşadı. Annemin eli gibi…
Gözyaşlarım süzülmeye başladığında babam omzuma elini koydu. Onun da gözleri doluydu. Hayat bizi yıllarca ayırmıştı ama şimdi, burada, annemin mezarında, aynı acıyı paylaşıyorduk.
Ağaçlardan dökülen yapraklar mezar taşının üzerine düştü. Sanki annem de oradaydı, bizi duyuyor, izliyordu. İçimi kaplayan hüzün, yerine garip bir huzura bırakıyordu.
İlk defa, “Anne, hoşça kal değil, hoş geldin…” diye fısıldadım. Ve orada, mezarının başında, yıllardır içimde biriken özlemi serbest bıraktım.



Evde ise durumlar biraz farklıydı. Parti gecesi için tam gaz hazırlıklar sürüyordu ve benim de korkum kat ve kat artıyor o gece ne yapacağım konusunda kafayı yemek üzereydim. Ne gerek vardı böyle bir partiye? Geçen gün dedemle baş başa kalmıştık ve benim korktuğum soruyu sormuştu.

“Bulamadığın cevapları buldun mu?” Neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Yüzüm şekilden şekle hatta renkten renge girmiş olabilirdi. Belli etmemeye çalışsam da dedem anlayacağını anlamış ve yanımdan ayrılmıştı ve hiçbir şey söylemeden. Bir daha da yalnız kalmamıştık artık yanımda babam varken de bir şey der mi diye düşünüp duruyordum.
Büyükannem Belgin ise parti telaşına iyice kaptırmış Nazan Hanım da büyükanneme yardım etmek istemişti. Hep bir fikir ayrılığına düşünce soluğu yanımda alıyorlar benim fikrimle hareket ediyorlardı. Bu durum ilk başta ne kadar komik olsa da sonradan katlanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Bir an önce bitse de kurtulayım!
Babamın da sürekli gözü üstümdeydi. Sabah akşam beni kontrol ediyor, ‘Bu halinden hiç memnun değilim,’ diyordu. Sonunda babam bir gün yanıma gelip beni zorla psikiyatristte getirmişti.

Babam gerçekleri anlatabilirsin demişti ve ben ilk defa tanıdığım insana gerçek yaşadıklarımı anlatma niyetinde değildim. İlk gün bir şey anlatmadım sorduğu soruları bile evet-hayır olarak cevapladım. Bazı sorularında sessiz kaldım.
Kadın anlayışla karşıladı ve sonra yine görüşmek için randevu verdi. Tabii istediğim zaman arayıp soru sorabilirmişim çekinmeden. Böylelikle bir bu eksik dediğim şey başıma gelmişti.
Sibel ile alışverişe çıktığımızda günüm güzel geçiyordu. Sibel’e partide giyeceği bir şeyler bakıyorduk. Sibel çok beğendiği bir elbiseyi üzülerek yerine bıraktı.“Çok pahalıya,” dedi sitem ederek. Morali bozulmuştu. Elbise gerçekten çok güzeldi. Tam Sibel’in tarzıydı. Sibel’in elbiseyi bıraktığı yerden aldım. “Hadi bir dene, üzerinde görelim,” dedim.
Sibel biraz burun kıvırırken onun kolundan tutup sürükledim. Sibel, elbiseyi denerken bende başka modellere göz atıyordum. Sibel dışarı çıktığında beğeniyle baktım. Transparan taş işlemeli uzun saten elbise, göğüs kısmı glopları belirgin bir şekilde hazırlanarak balen korse detayı ile göze çarpıyordu. Sibel’in üzerine elbise tam oturmuştu, drapelendirilerek üst bedeni tamamı transparan olup taş işlemeleri ile ışıltı kazandırılarak zenginleştirilmiş etek başlangıcı hafif dökümlü bir hava sağlanmıştı. Bel hizasından başlayan kuyruk detayı bulunan askılı saten elbise derin bacak dekoltesi ile hareketlendirilmişti. Sibel’e farklı bir hava kalmıştı. Sibel aynada kendini incelerken gözleri ışıldadı.

“Bayıldım,” dedim heyecanla. “Gerçekten çok yakıştı.”
“Bende çok beğendim ama fiyatı da çok güzel,” diyerek yüzü düştü.
“Fiyatını düşünme arkadaşıma küçük bir hediye,” dedim.
“Kesinlikle olmaz çok pahalı,” diye direnirken onu dinlemedim.
“Konu kapanmıştır.”
Alışverişten sonra Sibel’i eve davet ettiğimde heyecanla kabul etti. Sibel yaşadığım yeri ve odamı beğenmiş giyinme odamdaki kıyafetleri gördüğünde ağzı açık kalmıştı. Mahalledeki dolabım aklıma gelince güldüm tişört ve pantolondan başka bir şey yoktu. Bir elimin parmağını geçmeyecek çok nadir elbisem de vardı. Sibel’in de gözünde canlandığına emindim.
“Kül kedisinden prensese dönüşme hikayen,” derken kıkırdadı ve kıyafetlerimi üşenmeden denemeye koyuldu.

“Sen rahatına bak aşağı inip yiyecek bir şeyler getireceğim,” dedim.
Mutfağa indiğimde Hayriye teyze ve büyükannemi dedikodu yaparken yakaladım. Beni gördüklerinde konuşmalarını yarıda kestiler.
“Ne kaynatıyorsunuz?”
Büyükannem, “Aman kızım havadan sudan konuşuyorduk,” dedi.
Hayriye teyze, ”Kızım bir şey mi istemiştin?” diye sordu.
“Evet atıştırmalık bir şeyler hazırlayabilir misin?” dedim sevecenlikle.
“Tabii kızım hemen hazırlıyorum. Şule ile odana gönderirim,” dedikten sonra yanlarından ayrıldım. Sibel ile Onur’u konuşurlarken görünce onları dinleyen Şule dikkatimi çekti. Şule her an ağlayacak gibi görünüyordu. Olayı anlamaya çalışırken ayak sesi duyunca Şule arkasını dönüp beni gördü gözleri dolmuştu ve yüzüme bakınca emin oldum. Hemen gözlerini kaçırıp yanımdan kaçar adım uzaklaştı. Arkasından gitmek için hareketlenince babamın sesi beni durdurdu.
“Kızım.”
Babama gülümsedim. “Erkencisin baba,” dedim.
“Evet bugün işlerim erken bitti. Sen ne yapıyorsun burada?” diye sorarken yanımıza Sibel ve Onur geldi.

“Hoş geldin Sibel,” dedi babam.
Sibel mahcup bir şekilde, “Hoş buldum efendim,” dedi.
Babam kazandığımız bölümler hakkında ayak üstü kısa bir konuşma yaptıktan sonra odama çıktık. Odamın kapısını kapattım ve Sibel’e döndüm.
“Onur ile ne konuşuyordunuz?”
Sibel gözlerini devirdi. “Bırak şu deliyi,” deyip kestirip attı.
“İyi bakalım öyle olsun.” Kapı çaldığında evin yardımcısı kız elindeki tepsiyle geldi.
“Teşekkür ederim,” dedim. Kızda kafasını sallayıp dışarı çıktı, kızın adını unuttum. Şule getirmemişti. Bardakları meyve suyu koyup bir yudum aldım.
“Asıl seninkisi ne yapıyor?” diye sordu Sibel imalı imalı. Neredeyse meyve suyu boğazımda kalıyordu.
“Nereden benimkisi oluyormuş?”
“İyi bakalım öyle olsun.”



Sonunda parti günü gelip çatmıştı. Parti için evin arka bahçesi hazırlanmıştı son halini görmesem de büyükannem ve Nazan Hanım didişe didişe de olsa nadiren aynı fikirde bulunuyorlardı. Nasıl bir ortam oluşturduklarını merak etmiyor değildim. Heyecanlıydım ama içimde bir burukluk vardı. Son günlerde hep somurtuyordum. Gergindim ve üstelik bir rezillik yapmaktan korkuyordum. Evde büyük bir telaş hakimdi ve  bu durumdan sıkılmış ve bunalmıştım. Ama bütün bunlar benim için hazırlanıyordu, bu güne kadar benim için pek bir şey yapılmamıştı. Bir yandan da mutlu olduğumu itiraf etmeliyim.
“Makyajınız bitti, Alisya Hanım. Şimdi saçlara geçebiliriz,” dediğinde Merve hanıma hafifçe gülümsedim. Aynaya dikkatlice baktığımda yansıyan görüntüme inanamadım. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra kendime geldim. Gerçekten güzeldim. Tenim porselen gibi olduğundan da güzeldi. Makyaj yüzüme hem kadınsı bir görünüş vermiş, hem de doğallığımı bozmamıştı. Kadına minnetle gülümsedim, Merve Hanım da memnun oldu.
“Harika görünüyorsun,” dedi Sibel yan tarafımdan. Sibel de iki gündür benimle kalıyordu ve onun yanımda olması benim için önemliydi. Sibel’in saçı, makyajından daha da uzun sürmüştü. Sibel’in saçları kıvırcık, kabarıktı ve o kadar çok saç teline sahipti ki gerçekten bu saçlara şekil vermek çok zordu.

Pamir’i kaç gündür görmemiştim ve çok merak ediyordum. Kimse de onun hakkında konuşmuyordu. Partiye gelip gelmeyeceğini bile bilmiyordum. Belki de o da bir özrü hak ediyordu çünkü çok üstüne gitmiştim. Yaklaşık yirmi dakika sonra hazırdım. Giyinme odama girip elbisemi giymiştim ve kendimi oldukça merak ediyordum. Ayakkabıların üstünde yaşadığım acemiliği bir an önce atmayı dileyerek giyinme odasından çıktım. İşim bittiğinde Merve Hanımda hala odamdaydı.
Sibel, “Muhteşem görünüyorsun, “ dedi. Aynadan yansıyan görüntüme baktığımda bu kişi ben miyim diye tereddütte kaldım. Yüzümde oluşan gülümsememe engel olamadım. Karamel saçlarımın ön kısmını toplayıp alnımı açıkta bırakmış ve şekillendirici ile verdiği doğal dalgalar ile birlikte, sonuç olarak omuzlarımdan aşağı salınan gür saçlarım makyajımla bütünleşmişti, üzerimdeki elbiseyle mükemmel uyum sağlamıştı. Merve Hanıma içtenlikle teşekkür ettim ve odadan ayrıldı.
“Bizimkilerde gelmiş gidip onlara bakayım,” dediğinde Sibel, başımla onayladım.

Odada yalnız kaldığım da kendimi peri masallarından fırlamış gibi hissediyordum. Bir süre kendimi inceledim. Aynaya bakıp hülyalı hayallere daldığım sırada kapı çaldı. Benim ne haddime hülyalı hayallere dalmak!
“Girin,” dedim.
Babam içeri girdiğinde elinde büyük siyah kadife kutu vardı. Simsiyah takımının içine beyaz gömlek giymişti ve gri tonlarında bir kravat takmıştı. Saçları özenle yana doğru taranmış, tüm vücudunu sarmalayan takımı, özel bir terziden çıkma olduğunu bas bas bağırıyordu. Beni görünce hayranlıkla gülümsedi.
“Kızım prensesler gibi olmuşsun.” Babamdan böyle bir iltifat beklemiyordum açıkçası. Bu iltifata karşı utanarak gülümsedim. “Teşekkür ederim. Kralın kızına yakışıyorsam ne mutlu.”
Babam içten bir kahkaha attı. Elindeki kutuyu açtı ve içinden çok değerli olduğu belli olan bir mücevher çıkardı. O kadar değerli olduğu belliydi ki ışıltısı bile beni mest etti.

Ne tepki vereceğimi bilmeden, “Bu çok değerli bunu kabul edemem,” dedim. Babam biraz bozulmuştu ve yüz ifadesinden bir karartı geçti.
“Bu sadece cansız bir varlık hiçbir şey ifade etmiyor ama sen benim biricik kızımsın. Değerli insanlar değerli şeyleri hak eder,” dedi bana göz kırparak. Bir şey söylememe fırsat vermeden mücevheri boynuma taktı.
“Şimdi mutlu ol. Bu gece eğlen kızım.” İçtenlikle gülümsedim ve babama sarıldım. Artık aramızda ki buzlar eriyordu. Ne de olsa o benim babamdı ve bazıları bizi ayırmış olsa da.
“Hadi aşağıya inelim, daha fazla misafirleri bekletmeyelim.”
Babamın koluna girerek aşağı iner inmez birçok bakışı üzerimizde hissetsem de kendimi toparlayarak sakin kaldım. Heyecandan bayılabilirdim. Parti dekorasyonu ve aydınlatma harikaydı. Büyük annem ve Nazan ne kadar ayrı fikirde olsa da sonunda orta yolu bulmuşlardı. Babam sağ elini bana uzattığında şaşkın tonda babama bakıyordum. Dans mı edecektik?
“Ben dans etmeyi bilmiyorum,” dedim telaşlanarak.
“Kendini bana bırak,” dedi, sakin sesiyle. Tek yapabildiğim başımı sallamak oldu. Babam önce parmaklarıyla elimi kavradı sonra da belimden tutup beni kendine doğru çekti.

Kendimi, babama bırakarak dans etmeye başladım. Umarım acemiliğim uzaktan belli olmuyordur. Müzik bitmesine yakın babam kulağıma doğru, “Sana sürprizim var,” dedi. Gözleriyle arkasını işaret etti ve oraya döndüm.

“Eray!” dedim sevinçle. Babama döndüğümde o da gülüyordu. Eray’ın yanında Sibel ve Onur da vardı. Eray’ın yanına gidip ona sarıldım. Eray da mutluydu. Kara gözleri parlıyordu, üzerinde sportif krem rengi pantolon ve beyaz bir tişört vardı. Saçları özenle Onur’un saçları gibi yapılmış ve tıpkı Onur gibi kokuyordu. Onur siyah bir ceket, lacivert bir gömlek ve ceketiyle aynı tonlarda bir pantolon giymişti. “Muhteşemsin kuzen,” dedi, göz kırparak. “Teşekkür ederim,” dedim içtenlikle.

Babamın kulağına doğru, “Teşekkür ederim,” dedim. Babam göz kırptı. Dedem ve büyükannemin olduğu masaya gittik.
“Maşallah kızım çok güzel olmuşsun,” dedi dedem. Büyükannem de, “Muhteşem görünüyorsun,” dediğinde kızarmıştım. Tebessüm ettim. Hayatımda bu kadar iltifata alışkın değildim ve utanmaktan neredeyse yerin dibine girecektim. Sonra birkaç kişiyle tanıştım. Yanımıza Pamir’in ailesi geldi, Pamir hariç. Onlarla selamlaştım. Pamir gelmemişti.
“Vay! Çok güzel olmuşsun,” dedi, Melina.

“Bence en güzel sensin tıpkı prensesler gibi olmuşsun,” dedim göz kırparak.
Gözlerim Sefa’yı arıyordu. Sefa ve Suna’nın yeni geldiğini görünce yanlarına gittim. Sefa, benim için çok değerliydi beni görünce gözleri parladı ve birbirimize sarıldık. “Nerede kaldın?” dedim.
“Trafik vardı.” Yüzünde anlık bir şok belirdi ardından dudakları kıvrıldı. Beni süzerek, “Umutsuz vaka arkadaşım Alisya’ya ne yaptın?” dedi. Koluna girerek onu cimcikledim. “Eh, sende fena değilsin,” dedim.
Lacivert takımının içine beyaz bir gömlek ve herkes den farklı olarak kravat takmamıştı. Oldukça yakışıklı görünüyordu. Suna ile de biraz sohbet ettik. Suna siyah saçlarını toplamıştı ve buğday tenine yakışan kalın askılı lacivert bir elbise giymişti. Elbise dizlerinin birkaç santim üzerinde bitiyordu. İkisinin uyumlu lacivert renk giymesi anlaşmalı hazırlanmış olmalarını gösteriyordu.

Giriş kısmında merdivenlerden inen Pamir’i gördüğümde içimde oluşan heyecanıma anlam veremedim. Onunla doğru düzgün iletişimimiz bile yoktu. Ama yine de işte! Pamir tıraş olmuş yeni çıkan sakalları gitmiş ve oldukça güzel bebeksi yüzü ortaya çıkıvermişti. Yine her zaman ki gibi yakışıklı görünüyordu. Üzerine tam oturan siyah bir takım giymişti ve içine giydiği gömlek bile simsiyahtı. Kumral saçlarının önü hafifçe yukarı doğru şekil almıştı. Üzerinde başka hiçbir renk yoktu. Tabii kolundaki kadını saymazsak! Bana bir kere bile dönüp bakmadı.
Pamir’in kolunda çilli kızıl saçlı ve vücudunun neredeyse çoğu kısmını açıkta bırakan sarı elbiseli kız. Gayet mutlu görünüyorlar ve arada birbirlerinin gözlerinin içine bakıp gülüyorlardı. Şuan sinirlenmeyecek kadar kırgındım ona. Aptal gibi bakakalmıştım, bacaklarım nasıl yürüyeceğini unutmuştu. Gözlerimi kaçırmayınca, Pamir’in mutluluğunu izlemiş üstelik yeni tanıştığım duygunun esiri olmuştum.
Kıskançlık!

Sol yanımda sanki kalbimin etrafında bir yer eksik atıyordu. Ortam ağır ağır sessizleşse de etraf ışıltılı renklerin coşkusunu kesmemişti. Işıktan ayrı titreşimler başımı ağrıttı genelde fark edilmeleri imkansızdır. Ne sanıyordum ki! Beni sevdiğini mi? Sefa’ya yaslanırken Sefa’nın bana değen bedeni istemsizce gerildi. Sefa aniden hareket ettiğinde dengem bozuldu ve dengemi sağlarken neyse ki yere yüzükoyun kapaklanmadan son anda toparlandım. Yeri öpseydim, bir hafta boyunca manşetten inmezdim herhalde.
“Umutsuz vaka Alisya, geri dönmüş,” dedi Sefa. Baktığım yere bakınca o da kime baktığımı gördü. “Seninkisi değil mi o?”

Bakışlarımı oradan çektim. “Benimkisi falan değil.”
“Yanında ki kız kim?” diye sordu merakla.

“Hiçbir fikrim yok,” derken yüzüm sabitti.

Lütfen hayalet okuyucu olmayın sevgilerle..

Işığın İçindeki KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin