Bölüm 25

10 1 0
                                    

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen gençler🌸
Keyifli Okumalar!

Instagram: @yzglemine_
Tiktok: @yazgl.emine

☆Kalabalıklar arasındaydım ama derin bir okyanusta tek başıma kalmış gibi yalnızdım☆

Hiçbir zaman öyle büyük hayallerim olmadı benim. Hayat beni bir yaprak misali savururken ben tutunmaya çalışıyordum. Öyle ya da böyle tutunduğum yer kırılıyor ve ben yere çakılıp düşe kalka tekrar yaralarımla tutunmaya çalışarak yolumu buluyorum aslında. Beni koşullar oluşturdu ve çokta seçeneklerim olmadı. Ben acılarımı buldum, acılarda beni. Herkes şanslı doğmuyor hayatta. Bazıları o şansı kendileri yaratmaya çabalıyor çünkü onlar hayata bir sıfır geç başlıyorlar. Şanslı doğmuştum ama o şansta elimden alınmıştı. Belki de böyle yaşamak kaderimiz de vardı.
Kimse beni sevmeyince kendimi de sevemedim. Hep hayatımı görünmez olarak yaşadım. Sevilecek bir şeyim olsaydı sevilirdim elbet. Kendimi gizledim, kenardan kenardan yürüdüm hayatın dolambaçlı yollarını. Kendimden nefret ettim, herkesten nefret ettim. Annem Meral yeterince gösteremedi sevgisini, yeterli gelmedi. Hep eksik kaldım. Kalabalıklar arasındaydım ama derin bir okyanusta tek başıma kalmış gibi yalnızdım. Öyle hissettim hep. Bazen izlersin, sadece izlersin hayatı. Başkalarının mutluluğunu... Şuan sadece onun başkasıyla yaşadığı mutluluğu izliyordum. Gözlerimin önündeki görüntüler bana acı veriyordu. Onun tarafından sevilmek isterdim. Sadece isterdim daha fazlası olamazdı.

Hiç kimseye karşı böyle duygular hissetmedim, hissedemedim.
Pamir’i başka bir kadınla görmek kalbimi incitmişti. Mutlu görünüyordu. Başkasıyla mutlu görünmesi bir yerlerimde bir şeyleri paramparça etmedi desem yalan olur.
Pamir Efe Savaşoğlu kolunda kızıl saçlı kızla gayet mutlu bir şekilde dans ediyordu. Kız gülmekten ağzı yamulacak gibiydi. Onu bu kadar güldüren neydi acaba? Pamir o kadar eğlenceli biri değildi ki.
“Aman canım boş ver,” dedi Sefa. Düşüncelerimden sıyrılıp gerçek ana döndüm ve Pamir’i izlemeyi bıraktım. “Bu gece senin gecen hadi eğlenelim.” Gülümsedim.
Suna sıkılmış halde, “Ne konuşuyorsunuz? Bana anlatın,” dedi.

Yanımızdan geçen garson kızı durduran Sefa, “Eğleniyoruz,” dedi.
Kadehleri elimize alarak tokuşturduk ve bir yudum içeceğimizden aldık. Sonra sıradan bir sohbet etmeye başladık. Sibel ve Eray da yanımıza geldi. Sefa, Eray’ı görünce benim kadar mutlu oldu.
Koluma babam girince, “Alisya, gel seni arkadaşlarımla tanıştırayım” dedi.
Sefa’ya bakış attım. O da ‘sorun yok,’ bakışı attı ve ben de ardımda onları bıraktım.
Hadi ama toparla kendini. Boğazımda ki gıcığı temizledim ve gülümsedim. Tek yapmam gereken gülümseyip, eğlenmekti. Bu gece içimde bir boşluk hissi vardı ve kendimi bırakmakta zorlanıyordum.

Pamir’i görme, umursama... Eğlen!
Babamın arkadaşlarıyla tanışırken sahte mutluluk gülüşlerimi yüzüme yerleştirdim. Mutsuzluğumla kimseyi üzmek istemiyordum. Birkaç kişiyle tanıştım. Babamın ahbapları, okul ve iş arkadaşlarıydı. Bizimkilere baktığımda, gayet mutlu görünüyorlardı Sefa ise dedemle koyu bir sohbete dalmıştı. Ne konuştuklarını bilmiyordum ama eğlendikleri kesindi. Bir saatte böyle geçerken boş bir fırsat yakalayıp oradan ayrıldım.
Bahçenin biraz dışında kalan orman yürüyüşü yoluna girdim ve tam nereye gittiğimi bilmesem de birazcık uzaklaşmak en iyisiydi. Tam o sırada Pamir’i fark ettim. Beni görmeden oradan uzaklaşmaya çalıştım ama bana bakıp el salladı.
“Gel gel, ısırmam merak etme” dedi alaycı bir tavırla.

“Tabii, yani öyle sanırım,” dedim ona doğru ilerleyerek. Birdenbire ürperdiğimi hissettim. Midem bulanmaya başlamıştı. Sakinleşip gecenin içinde sessizce oturduk. Sessizliğin tadını çıkardım. En sonunda sessizliğini bozdu.
“Düşünüyorum da sürekli karşılaşıyoruz,” diye başladı konuşmasına. Kafası önüne düştü, ne söyleyeceğini kafasında toparlıyormuş gibi görünüyordu. Yerimden hafifçe doğrularak yüzüne hafifçe bakmak için kafamı kaldırdım.
“Ne düşünüyordun? Beni nasıl iyi kandırdığını mı?” dedim, ters bir bakışla. Bu daha çok meraklanmama neden oluyordu.
Ters ters ona bakarken dudakları ukala bir gülüş için birbirinden ayrıldı. Gülümsemesi kesinlikle sevimliydi.

Hiçbir şey söylemedi.
“Ne düşünüyordun?” dedim tekrar sorumu yineleyerek.
“Aslında bakarsan, ateşkes imzalayabiliriz diyecektim,” dedi sakin bir ses tonuyla. Bana son derece ikna edici baktı ama bakışlarımdan rahatsız olduğu da belliydi.
“Hııı” dedim, kaba bir şekilde. Tek diyebildiğim bu oldu. Başka hiçbir şey söylemedim. Göz göze bakakaldık. Gözler sözlerden çok şey ifade ediyordu ve dile dökülmeden de bir anlam kazanamıyorlardı.
İnatla onun gözlerine bakmayı sürdürdüm. Çenemi tutarak yüzümü iyice kendine yaklaştırdı, burnu burnuma değiyordu. İkimizde bir şey söylemeden bir süre sadece birbirimizi izledik.

“Belki de yapamayız,” diyerek benden uzaklaştı, ayağa kalktı ve yürümeye başladı.
“Bekle Pamir,” dedim. Ona ilk defa Efe yerine Pamir demiştim. Olduğu yerde durdu ve arkasına dönmedi. Onun yanına geldim ve karşısına geçtim. Bileğini tuttum, gözünü bana dikti.
“Tamam ateşkes imzalayabiliriz ancak bir şartım var,” dedim gözlerinin içine bakarak.
Kollarını göğsünde birleştirdi.
“Nedir şartın?”
“Bu yaşadıklarımızı kimse bilmeyecek Onur bile ve bir daha bana yalan söylemeyeceksin.”
Bilmiş bir eda ile, “İki eder.”
“Ne fark eder?”
Bu duruma son vermek ister gibi, “Pekala. Anlaştık.”
“Anlaştık."



Bencil! Tam anlamıyla kelimenin vücut bulmuş hali. Yok iki ediyormuş da. Çok bilmiş ! Sen beni kandır sonra bir de iki ediyor de!
Olacak şey değil. En çokta kendime kızıyordum. Ne diye yanında oturup peşinden gidiyorsun ki?
“Aptal!” diye söylendim kendime. Git sen o kızılın yanına. Mutfakta kanepelerden atıştırıyorken bunları düşünüyordum. O kadar çok şey hazırlanmıştı ki bu akşam mide rahatsızlığı geçirebilirdim. Ama en önemli düşünmem gereken şeyi es geçtiğimi fark ettim.
Güven.

Ben Pamir’e güvenebilecek miydim? Hani derler ya bulunmaz hint kumaşı diye bence o güvenmektir. Bir insana güvenmek gece ile gündüz gibi. Kimseye söylemeyeceğim dedi sözüne inanmaktan başka çaremde yoktu.
Ateşkesimizi imzalamıştık ve ikinci ateşkes eli kulağındaydı belki de. Bu işin sonu kötü olacaktı, hissediyordum. Tekinsiz bir kahkaha attım. Peki ya sinirlerim? Kendi içlerinde büyük patlamalar yaşıyorlardı. Hatta çok bozuktu.
Ben böyle davranırken içeride ki yardımcılar tuhaf tuhaf bana bakıyor, delirdiğimi düşünüyorlardı kesin. Aman ne güzel! Şule de o günden sonra kaçıyordu benden. Kendimi mutfağa atıp deli gibi bir şeyler tıkıştırıyordum.

“Kuzen yavaş boğulacaksın.”
Düşüncelerimi bölen Onur’a gözlerimi devirerek bir kanepe daha ağzıma tıkıp içimden homurdandım. Onur da bir bardağa su doldurup beni izliyordu. Onaylamaz bir şekilde cık cık sesi çıkardı. Ağzımda ki son lokmayı da yuttuktan sonra ona döndüm.
“Böyle yemeğe devam edersen bıngıl bıngıl şişko bir kuzenim olacak.” Onur da elime aldığım küçük keki benden alıp ağzına attı. Oflayarak ona baktım.
“Ah evet, sende bana laf yetiştirmeye çalışırken kekleri gömdün.”
“Benim metabolizmam hızlıdır,” dedi göz kırparak. Gözlerimi devirdim.
“Kuzen anlaşması hala geçerli mi?” diye sordu. Ahh! Birde o anlaşma vardı değil mi?
Kuzen anlaşması birbirimizin yaptığı yaramazlıkları ya da ailemizin izin vermediği şeyi yaptığımız halde birbirimizi savunacaktık. Tabii daha çok Onur’u kapsıyordu.
“Bilmem Onur ne diyor.”
“Onur evet diyor, geçerli diyor,” dedi heyecanla.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 3 days ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Işığın İçindeki KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin