İki-اثنين

624 42 18
                                    

      Koşturarak girdiğim mekanımla gülümsedim zoraki şekilde, sonunda geldim.Ban iyi bir yalancıyım ama keşke bu yalanlarımı anlayabilecek biri olsaydı... 

  Kapıyı açmadan her daim unutmak istediğim hatalarım beni gırtlaklar gibi boğuyor gibi hissediyordum.

    Gördüğüm kişiyle sahte gülümsememi tekrar takındım ve neşeli bir sesle selam verdim,

"Selam doktor Conners!"

   Bana el salladı hemen diğer yanda bulunan metal bebeklerimin arasına geçtim. Daha ben gelmeden istediğim dosyalar gelmişti bu iyidi işte. Bu düşünmemi engelliycek.

    Elime gelen ilk dosyayı masanın üstüne yaydım. Bunlar Bucky Barnes içindi, zihin makinem neredeyse bitmek üzereydi ama kişiye özel olarak düzenleme kısmına gelmiştim. Bugün sabah hızla Sokovia'nın Ultron'la olan savaştan sonra terk edilmiş HYDRA üstüne araştırmaya gitmiştik.

     Dosyaları bulmak zor olmuştu üstelik gelen bir kaç Hydra ajanıyla kapışsakta değmişti. Bir kaç güne halledersem sadece Kış Askerini bulmak kalırdı.

     Telekineziyle başıma üç ayrı defter topladım hem okuyor hemde onlara telekineziyle notlar alıyordum. Dosya sayısıyla orantılı olarak hususlar çoğalıyordu. Kollarımı dirseklerime kadar çektim.

     Çalışmaya öyle dalmıştım ki Conners'ın çıktığını bile duymamışım. Etrafa baktım sessizlik, yalnızlık ve kendi sesim. Yalnızlığı sevsemde bu beni hüzünlendiriyordu.

     Kum saati gözüme çarptı Connors'ın masasına ilerledim elimi uzatıp küçük kum saatini elime aldım. Hayatın,zamanın,doğduğum toprakları simgeleyen doğa unsur. Saati sıkıp çöp kutusuna attım. Kumla alakalı tek bir şey bile görmek istemiyorum ömrüme yettiler. Kumlar onlar için yaşam ve zaman...

             Benimse ölümümün sebebi.

          Omuzlarımı silktim yapmam gereken çok iş vardı.

     Kara tahtayı bitmek üzere olan makinenin yanına çekeledim. Defterler peşimden havada uçuştular. Masaya uzanıp tebeşiri elime çağırdım anında ok gibi fırlayarak avucuma yerleşmişti. 

     Açılan kapıyla o yana döndüm Stark ve sırayla Avengers giriyordu yutkundum bilerek mi yanıma getiriyordu? Bu itirafı ben istemezken Nick bana daha mı çok acı çektirme peşindeydi?

    En son giren Banner'a baktım. Saçlarında beyaz namına çok az tel vardı. Kırktan çok otuzlarının ortasındaydı. Uzundu bu konuda genimin ondan geldiği belliydi. Üzerinde mor bir gömlek vardı, en sevdiği renk mordu. Yüz yapımız çok benzemiyordu yani bence ama annanem ona annemden çok benzediğimi söylerdi bana. Gerçi... Neyse.

      Hepsi masaya oturmuştu beni fark etmemişlerdi. Spider Man olan Stark'ın çocuğu harici hepsi buradaydı. Vision'a baktım. Taş bendeki ruh halini sezmişti.

'Size doğru gelebilir miyim genç efendi?'

'Şimdi değil Mind.'

     Thor beni  elbette ilk fark eden ve masada tanıyan ilk kişi olduğundan pot kırmasada varlığımı ele vermişti.

"Aaa Leydi Eflin!"

     Baş selamı verdim kollarımı hemen aşağı çektim içimdeki yeşil güç çoktan dolanmaya başlamıştı. Hemen önüme döndüm yapmam gereken hesapları yazmaya başladım , bir süre sonra üzerimden bakışların çekildiğini hissedince rahatladım. Ne kadar olursa.

    Odaya biri daha girmişti göz ucuyla ona baktım esmer, uzun boylu, yüzünün sert hatlarının aksine sevimli bakışlarla yumuşamış suratı olan bir adamdı... Ve daha kötüsü benim içimde de birşeyleri kıpırdatmıştı!

    "Üzgünüm geç kaldım."

     Yoğun İngiliz aksanı çok güzeldi, seside öyle. Üzerinde lacivert bir gömlek vardı onun üstüne gri bol bir ceketi vardı kot ve sporlarla gündelik,şık ve üstüne yakışmıştı.

      Hayır adamı bu kadar incelemem yanlış. Ama duramıyordum masamdaki aynaya bakıp konuşmaya başladı;

"Hayır Marc bilmiyorum! Kaç kere söyledim sana. Ah tamam."

     Bir anda gözleri geri kaydı ve geri geldi şimdiyse farklı bir kişi duruyordu o an yavaşça çöneldiğim yerden kalkıp adama ilerledim sorgulayan gözlerle;

"Kimin avatarısınız?"

     Adam yani Marc suratı kaskatı cevap verdi ama şaşırdığı suratından belliydi, aynaya baktı sonra bana döndü. Herkes bizi izliyordu.

 "Khonshu. Sen kimsin."

         Dediği isimle beynimden vurulmuşa döndüm.

'Yalvarırım yardım et. Yardım et bana. Yalvarıyorum, sana yalvarıyorum...'

     Kulaklarımda çınlayan sesle masanın başında ki sandalyeye çöktüm, hayır güçlü olmak zorundayım. 

"Ah şey, Mısır, Antik Mısır'a hayranım. Ordan yani."

       Marc tamam anlamında başını sallamıştı, sesimi bilerek fangirl tutmuştum. İki ajan ve bu ne olduğunu henüz çözemediğim adamın şüphelenmemesi gerekiyordu...

        Ellerimi çırpıp Bruce Banner'a döndüm.

"Hayat nasıl gidiyor? Var mı çocuk planı?"

          Herkesin sesi soluğu kesilmişti, sanırım bu konu hassastı. Pot kırsamda umrumda değildi en azından belki, eskiden yani istemiş miydi?

    "Hayır, ben ve Nat böyle iyiyiz. Ama bu soruyu neden sordunuz?"

      Elimi umursamaz bir tavırla salladım konudan konuya atlamak benim annanemden öğrendiğim bir şeydi. Bu hayatta ki en önemli meziyetlerden oldu benim için, ben bu öğretiyi ruh halime uyarlamıştım.

   "Yazık, hiç mi istemezdiniz yani?"

         Kaşlarını çatmıştı. Natasha diklenip gözlerime meydan okuyan bir bakış attı, ateşli kızıl beni rakip sanmıştı besbelli ama ben ona rakip olacak dünyadaki son kişi bile değildim.

          Kapının açılıp kapanmasıyla gelen kişiye döndüm. Nick'in beynine girdim,

'Arthur Harrow Nerde?!'

🌕🌕

Vay Harrow sen naptın habu kıza?!

Misafirlikte bölüm atıyorum kaç gündür evimi özledim mdbdjdgdh

   Umarım sever ve yorum yaparsınız :)))

MueaqadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin