Dört-أربعة

544 36 22
                                    

     Kolumu bırakıp gitmişti sonunda ama gözleri görüşücez der gibi bakıyordu.

     Marc'a döndüm;

"Teşekkürler."

     Laf etmeden biraz baktı sonra gitti. Öküz herif, insan bir rica ederim der be!

    Açıkçası tavrı beni üzmüştü ama Phil beni bekliyordu. Kahveyi soğutma düşüncesi gelince bu konuyu bir süreliğine zihnimin gerisine atıp hızlı adımlarla son merdivenleri de indim.

    Kolum acıyordu, hassas bir tenim vardı haliyle morardığına eminim ama suratımı buruşturmadım.

     Ne küçük bir çocuktum ne de erkeklere muhtaç kadınlardandım.

     Çocukluğumdan beri bir ajan olarak yetişiyordum ben.

    Kafeteryayı taradı gözlerim. Öğrenciler -ajan adayları- daha çıkmadığından boştu tek tük insan vardı. Phil cam kenarı bir masadaydı ona yürüdüm.

    "Kahve sıcak mı?"

    Phil omuz silkti. Karşısında ki sandalyeyi çektim.

   "Sen bak."

     Küçük bir yudum aldım. Hâla ılıktı tebessüm ettim, şekersiz geleceğimden karanlık kahve damağıma acı bir tat bıraksada yavaş yavaş yaşananları aklımda yer etmesini sağlıyordu.

   Sahi! Kahkaha attım, ateşli kızıl beni rakip sanmıştı!

    "K-kızıl Hahahahaaha beni hahhaha rakip sa-sandı Hahahahah!"

     Phil'e söylediğim şeyle kahkahalarıma o da katıldı. Biraz duruldugumuzda konuştu.

    "Cidden o kadar şey arasında bile bir komiklik var!"

   "Thor'un şaşkın suratını hayal et , koca Tanrı bana trip attı!"

     Hadi al bizi bir kahkaha daha!

     Yavaşça öğrenciler doluşmaya başlamıştı ikindi vaktiydi.

     Aklıma gelen şeyle suratım düştü.

"N'oldu bücür?"

     Öğrencilere dönerek sordum fısıltıyla ona,

" Cidden kulede mi kalmak zorundayım?"

     Ona döndüm umarım hayır derdi ama benim istediklerim ne zaman oldu ki!

"Evet, bence rahatına bak. Arada gelir seni alırım."

     Bu son dediğinin beni rahatlatmaya gerekiyordu...

    Ama orda kalacak olmak beni geriyordu. Baskı altında mı olacaktım?Yoksa görmezden mi gelinecektim?

"Gitme vakti Eflin, kalk bakalım. Sana jete kadar eşlik edeyim."

    Umutsuzca kalktım, bir yandan da sadece Banner yüzünden değil Khonshu yüzünden de korkuyordum. Onu görmeyeli altı yıl olmuştu.

    Elini omzuma koydu. Phil'e hafifçe sarıldım,

"Banner'dan tırsıyorum sanırım."

    Asansöre bindik,

"Adam çok sakin hem Hulk olsa sende de Hulk var. Bu kadar korkma."

    Tek kaşımı kaldırdım -bunu yapabilmek iki yılıma mâl olmuştu.-

"İstenmezsem?"

"Sanmıyorum. He bu arada Jacob mevzusu ve Spector'ı konuşucaz."

"Ne? Dedin gülüm?* "

    Son söylediğimin anlamını bilmiyordu ama pek takmadı,

"Kameralar bücür. Gecikince neredesin diye baktım. Bu arada Marc ve Steven'dan uzak dur."

     Son dediğini takmadan sordum,

"Marc ve Steven? Cidden o adamın olayı ne Phil?"

     Asansör durunca piste gitmek için çıktık bir yandan da Phil ben yani meraklı tazeyi bilgilendiriyordu.

"Adamda DKB var, Marc Spector eski CIA ajanı ve sonrasında paralı asker, ikinci kişilik Steven Grant o da... Sevimli? Evet sevimli biri. Sende de böyle bir sorun vardı değil mi? Neyse: Spector, Grant'ın ölmeden önce de olduğunu söylemişti-"

"Ne?! Adam ölmüş mü?! Artı olarak benim sorunum DKB değildi ben hayal aleminin kıyısında drift attım be artık sağlıklıyım."

    Phil sus der gibi bakınca dudaklarıma fermuar çekip bekledim.

   "Adamı çalıştığı terörist rehineleri kurtarmak isteyince vuruyor. Khonshu'nun heykeline sürünüyor orda ölüyor. Khonshu onu diriltip Moon Knight yapıyor. Sen zaten bunları anlarsın ne de olsa hayatın Mısır tarihi ve tanrıları onlarla çocukluğunu geçirdin..."

    Haklı onlar benim ilk yıllarımı kaplıyordu...

    Bir daha gelmemek üzere...

         Jetin önüne geldik tüm Avengers, Nick ve Maria bekliyordu. Phil'e dönüp sıkıca sarıldım fısıldadım;

"Arada gelirsin değil mi?"

"Her zaman bücür. Ne zaman gelmedim ki!"

     Ondan ayrıldım, Maria'yla yumruklaştık;

"Bir Phil Coulson kadar sevmedin bizi Eflin."

     İsmimi 'i' harfiyle telafuz etmekte bazen zorlanıyorlardı. Phil kabardı hemen,

"Ne yapabilirsiniz ki bir tane Phil Coulson var."

   Tony bu muhabbete şaşırmıştı bes belli,

"Ajan, senin egon mu vardı? Ve siz üçünüz selamlaştınız mı? Tanrım sanırım bu kız genlerini senden almadı Bruce!"

    Ona ters bir bakış attım. Nick'e dönüp kafamı hafifçe salladım Jetin kapısı açıldı ve içine girdik. En başta ki koltuklardan birine oturup bekledim. Herke yerleşmişti. Banner tam önümdeydi jet kalkmıştı. Marc'ın bakışları ve Banner'ın bakışları üstümdeydi hala.

   En sonunda belli ki Banner'ın içini yiyip bitiren soruyu Wanda sordu. Yanıma oturdu ona döndüm;

"Eflin. Sende de Hulk var mı?"

   Banner dahil herkesin bakışı bana sabitlenmişti. Hızlı çarpan kalbim ve stresim saolsun hala kollarımdaydı yeşillerim. kollarımı açıp Banner ve Romanoff'a döndüm.

     Yeşil rekli kümeler akışkan halde derimi dolanıyorlardı, yeşillik kısımlarda derim hafif yükselmişti. Banner yutkundu, neden olduğunu anlamamıştım. Açıkçası zihnine girecek kadar cesaretli değildim.

"Azaldılar yani... Kendimi kontrol ediyorum, bende tam anlamıyla Hulk yok yani tek kişiliğim var öfkem senin aksine tek kişiliğimde... Ama kontrolü kaybedince de bilirsin..."

         Banner yutkundu kollarıma bakarken sanki anılar gözünün önüne geliyordu Romanoff elini tuttu. yavaşça kollarımı çekip kapattım.

 "Bana mı öfkelisin. Yani şu an."

    Ona cevap vermedim. Marc hepimize ciddi bir ses tonuyla cevabı iletti, zihnim bomboştu ama sanki o cevabımı bilmişti...

   "Bunu beraber öğrenicez değil mi?"

🌕🌕🌕

Evet bir bölüm daha geride bıraktık beşten sonra olaylarrrr!

Az daha sabır canlarım.

Oy ve yorumlarınızı beklemekle birlikte ne tür sahneler görmek istersiniz:))))

MueaqadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin