chapter 7

880 130 18
                                    

Minho Tokyo'dan dört gün önce dönmüş ve finallerini vermişti. Finallerini verdikten sonra okulda durmasının bir anlamı olmadığını düşündüğünden kütüphanede görevli olan güler yüzlü çocuktan bir kitap daha aldı ve kütüphaneden çıktı.

Kütüphane görevlisinin adı Jeongin'di. Jeongin, kendisinden bir yaş küçüktü ama oldukça olgun bir insandı.

Okulun önüne park ettiği motorunun önüne geldiğinde elinde listeyle oradan oraya koşuşturan Jisung'u gördü. Ona yaklaştı ve neden bu kadar telaşlı olduğunu sordu.

Jisung yorgunlukla nefes aldı"edebiyat öğretmeni bir kitap yazma yarışması yapmak istediğini söyledi, sınıfta en arkada oturmama rağmen Jisung sen katılacakların ismini topla dedi. Şimdi herkese soruyorum" dedi.

"Sen de katılmak ister misin?" diye sordu Jisung. Minho emin değildi. "Bilmiyorum edebiyatım çok iyi değil katılmasam daha iyi" diye cevap verdi. Jisung gülümseyerek onu onayladı ve başkalarına yarışmaya katılmalarını teklif etmeye devam etti.

---

Jisung yine biriyle konuşurken duyduğu motor sesiyle irkilip sesin geldiği yere baktığında Minho'yu motora binerken gördü. Şaşırmadı, zaten Minho'nun motor kullanmıyor olması garip gelirdi.

Bu sırada göz göze geldiler ve Minho ona el salladı. Jisung da karşılık verdiğinde sanki ışık hızıyla gidiyormuş gibi okuldan uzaklaştı Minho.

---

Minho evine döndüğünde kitabını okumaya başladı. Jisung'la arkadaş mı oluyorlardı, yoksa sadece birkaç kez öylesine sohbet mi etmişlerdi? Bu düşünce aklına takıldı.

Biraz daha düşünmek istemedi ve şarabından büyük bir yudum aldı. İnsanlar onu hiçbir zaman sevmemişti, onu gerçekten seven dört kişiden biri zaten çoktan ruhunu kaybetmişti ve fazlasına da ihtiyacı yoktu. Eğer Jisung onu sadece o olduğu için sevecekse Minho'da onunla arkadaşlık kurmaya hazırdı ama bunun için biraz daha zamanları olduğunu düşünüyordu.

Minho ne zaman sevilmeyi düşünse aklına annesi geliyordu. O güzel, merhametli ve sevgi dolu kadın...

Ağlamak istemediği için iç sesini susturdu. Son dört yıldır sadece annesi için ağlıyordu.

Annesini düşünürken aklıma Suho geldiğinde yine intikam hırsı gözlerine hücum etti. Gözleri yine o günkü gibi adeta alevlere ev sahipliği yapıyordu. Telefonunun ekranından kendine baktı, somut olmasa da gözlerindeki soyut olan o ateşi gördü. Telefonu koltuğun üstüne fırlattı ve sakinleşmek için derin nefesleri doldurdu ciğerlerine. Şarabını alarak balkona çıktı, bir sigara yakıp derin bir nefesle içine çekti.

Yine düşünceleriyle kendini harap ettiği bir geceydi. Öfke ve hüzün aynı anda vücudunu ele geçirmeye çalışıyordu ve yine öfke savaşta galip gelmek üzereydi. Öfkesini kontrol altına almaya çalıştı, öfkesini yakasından tutup bedeninden atmaya çalıştı ama nafile, öfkesi canından çok sevdiği annesini ondan alan öz abisineydi ve geçecek gibi durmuyordu.

Kadehinde kalan şarabı tek seferde kafasına dikti, artık şarap boğazı yakmıyordu. Kanın da artık ellerini yakmadığı gibi...

Göğsünde bir ağırlık hissettiğinde sigarasını kül tablasına bastırarak söndürdü.

Dolaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünerek sigara paketini cebine attı, anahtarı ve telefonunu aldıktan sonra evden çıktı.

Yine merdivenleri tercih etti, koşmak iyi geliyordu. Koşarak indi merdivenleri.

Apartmanın dışına çıktığında serin olan hava hafif meltemlerini ona göndererek tenini okşadı. Yavaşça yürümeye devam etti, ayaklarının onu götüreceği yeri merak ediyordu bu yüzden dümdüz yürüdü. Ayakları sağa dönmek istediğinde karşı gelmeden sağa döndü, sola dönmek istediğinde yine karşı gelmeden sola döndü, sokaklara saptı veya düz ilerledi. Nereye gittiğini bilmiyordu ve bunun hiç önemi yoktu.

Yorulduğunda olduğu yerde durdu. Karanlık bir sokaktaydı ve bir telefon kulübesi vardı. Ayakları oraya ilerlediğinde aldırış etmedi, ayaklarına gitmeleri için izin verdi.

Telefon kulübesine girdiğinde kimi arayacağını bile bilmiyordu, ezbere bildiği tek numarayı tuşladı, Rosé'nin numarasını.

Ahizeyi kulağına götürdü ve bekledi, birkaç çalıştan sonra Rosé şaşkın sesiyle çağrıyı yanıtladı. "Merhaba efendim, kimsiniz?" Minho Rosé'nin huzur veren sesini duyduğunda öfkesinin onu terk ettiğini hissetti. "Benim Rosé, dolaşmaya çıkmıştım ve telefon kulübesi görünce seni aramak istedim. Nasılsın?" Rosé arkadaşının daha doğrusu kardeşinin sesini duyduğunda gülümsedi. "İyim Minho, film izliyordum. Neden bu saatte dışarıdasın, bir sorun yok değil mi?" Minho Rosé'nin onu bu kadar iyi tanımasına bir lanet savurup iyi olduğunu, sadece hava almak istediğini söyledi. İyi seyirler dileyip çağrıyı sonlandırmak için ahizeyi telefonun gövdesinde ona ayrılmış yere oturttu.

Telefon kulübesinden çıkıp evinin yolunu tuttu. Birkaç sokak ilerledikten sonra karanlıkta dolaşan bir beden gördü. Yüzünü seçemiyordu ama biri karanlık sokakta yalnız başına yürüyordu. Aynı onun gibi.

Biraz daha yaklaştığında Jisung olduğunu fark etti ama ona selam vermedi. Onun gibi bir sorunu olduğu için dışarı çıktıysa sakinleşene kadar rahatsız edilmek istemezdi. Bu yüzden sessizce ilerledi. O yürürken biri ismini seslendi. Bu Jisung'du.

"Bu saatte burada ne yapıyorsun Jisung?" dedi Minho sohbeti başlatmak için. "Biraz yorgunum ve moralsizim" diye yanıtladı Jisung, sesinden belliydi bir sorunu olduğu. "İstersen anlatabilirsin" dedi Minho onu rahatlamak amacıyla, Jisung'un anlatmayacağını biliyordu; sadece kendini yalnız hissetmesi için söylemişti bunu.

Jisung da Minho'ya neden bu saatte dışarıda olduğunu sorduğunda Minho üstü kapalı bir şekilde, sadece kendini iyi hissetmediğini ve yürümenin iyi geldiğini söyledi.

Farkında olmadan ikisi birden yürümeye başlamıştı. Jisung evinin önüne geldiklerini fark edince anladılar bunu. Minho o içeri girene kadar bekledi, daha sonra kendi evine doğru yol aldı.

---

Evde döndüğünde saat gece yarısını geçiyordu. Daha fazla içmek istemediğinden yatağına uzandı. Rosé'nim sesi tüm öfkesini söküp almıştı bedeninden. Öfkesi onu terk ettiğinde hafiflediğini hissediyordu. Artık düşünmemeye kadar verip gözlerini yumdu ve uyumayı diledi.

blood & wine - minsung✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin