chapter 23

601 71 55
                                    

Birkaç dakika daha etrafa baktıktan sonra kendisiyle ilgili tekrar tekrar düşünmüştü. İntihar düşüncesiyle bütünleşmiş bir insan nasıl olur da yaşamak için can atan birine dönüşürdü? Nasıl olur da ruhu bedeninde barınmaya devam edebilmek için kendisine yalvarırdı? Çok fazla düşünceyle baş ediyordu Minho, uyuyamadığı için ağlayacak durumdaydı.

Jisung doğum yapan kuzeninin yanına gittiği için, zaten iki aydır Kore'de bile olmayan Jisoo ve Rosé de yokken tamamen yalnız geçiyordu günleri. Seungmin ve Jeongin kendi hallerindeydiler, fakat çok gürültülü bir çift oldukları için onlarla uzun süre takılmanın beyin hasarına yol açacağını düşünüyordu.

Uykuya dalamadığında Jisung'a sarılmaya çok alışmıştı. Düşünceleri kafasını duvarlara vurmak isteyeceği seviyeye geldiğinde Jisung'a sarılmak, onun sesini dinlemek gibi birçok şeye fazlasıyla alışmıştı. Bu durum yüzünde açıklamaya kalksa saatler sürecek bir gülümseme bırakıyordu. Aşık olma hissini sonuna kadar yaşıyordu.

Bazen Seungmin'in "Sen aşık olmazsın Minho, kimseye o kadar bağlanamazsın." gibi sözleri çalınıyordu kulaklarına, bazen de "Sen çok güzel seversin Minho..." sözlerini duyardı zihinin bir köşesinden Rosé'nin huzur veren sesiyle. Sahi, ne zaman bu kadar aşık olmuştu? Bu sorunun cevabını asla veremiyordu, sanki Jisung hep onunlaydı gibi hissediyordu. Hissetmek. Belki de ilk defa soyut şeyleri seviyordu.

O sevmeyi seviyordu...

---

Jisung'un döneceği gün gelip çattığında erken kalkıp havaalanından onu almaya gitmek gibi bir planı olsa da kapının açılma sesiyle kaşları çatılmıştı.

Henüz giyemediği sweatshirtünü elinden bırakmadan kapıya doğru ilerlerken Jisung'dan başkası olmadığını iyi biliyordu. Holden geçip kapıya ulaştığında kafasını kaldırmasına bile fırsat vermeyip kendisine sarılan sevgilsini özlemle kucakladı. "İki saat sonra inmen gerekmiyor muydu?" diye sorarken Jisung'a sarılmaya devam ediyordu. Jisung ise sessiz bir gülümseme bırakıp "Sana saati yanlış söylemişim sanırım." diyerek yanıtladı.

Birbirlerinden ayrıldıklarında Minho'nun dikkatini çeken ilk şey Jisung'un kapüşonundan görünen bir tutam sarı saçtı. Jisung valizini almak için arkasını döndüğünde kapüşonunu tutup çekti, şaşkın gözlerle etrafa bakan Jisung'un arkasından dolanıp valizi alırken ise dudaklarından "Çok yakışmış sevgilim." kelimeleri döküldü.

---

"Birkaç hafta sonra son senemizi okuyor olacağız ve ben okul hayatımın bitmesine hiç hazır değilim." diye hayıflandı Jisung, koltukta uzanırken Minho'nun sweatshirtüyle oynuyordu. "Ben de okul ortamını bırakmak istemiyorum ama zaten dost anlamında çok fazla kişiye sahip olmadığımdan mezun olurken sınıfı özleyeceğim için ağlayacağımı sanmıyorum." Minho yanıtının ardından uzandığı yerde Jisung'u rahatsız etmemek için dikkatli davranarak biraz kıpırdadı, orta sehpadaki gözlüğüne uzanıp aldıktan sonra "Ama" diyerek konuşmasını sürdürdü, "Ama bu gözlüğü ne zaman taksam artık okula değil de işe gidiyor olduğumu hatırlayıp üzüleceğimi biliyorum."

Eskiye olan özlemleri arttıkça muhabbet uzuyor, konu konuyu açıyordu fakat ikisi de bir şeyi çok iyi biliyordu: çalışmaya başladıklarında daha fazla zaman geçirebilmek için sadece haftasonunu beklemek zorunda kalacaklardı.

---

"Sence sarı olarak mı kalsın yoksa rengini değiştireyim mi?" Jisung aynadan kendine bakıp saçıyla oynarken Minho kendisine yöneltilen soruları gülümseyerek dinliyordu. "Sarı çok yakıştı neden değiştirmek istiyorsun anlamadım." yanıtı Jisung'u memnun etmemiş olsa gerek, yeni bir soruyu daha sunmuştu Minho'ya. "Sürekli kendi rengini kullanmaktan sıkıldım, ara sıra değiştirmek istiyorum. Sence sarıdan sonra hangi renk olmalı?"

"Pembe veya kırmızıya ne dersin?" Teklifini duyan Jisung birkaç saniye duraksadı "Kızıl mı yani?" Minho başını iki yana saklarken telefonunu alıp Jisung'un daha önce hiç görmediğinden emin olduğu Rosé'nin bir fotoğrafını açtı. Kırmızı ve uzun saçları hafif dalgalıydı, bir kısmını parmağına dolamıştı ve kameraya bakmıyor oluşundan fotoğrafı Minho'nun habersiz çektiği belliydi. "Bu renk güzel olur bence." derken telefonu yatağa attı "Bakmadan önce artık oturabilir miyiz? Dakikalardır ayaktayız, cidden yoruldum."

Jisung sahte bir sinirle saçlarını düzeltip çoktan uzanmış olan Minho'nun yanına oturdu, telefona uzanıp aldığında rengin gerçekten güzel olduğu ve Rosé'ye çok yakıştığı konusunda Minho ile aynı fikirdeydi ama kendine yakışıp yakışmayacağından emin değildi. Minho Jisung'un aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordu "Hey, tabii ki çok yakışır! Hatta birlikte deneyelim."

Jisung'u böyle küçük şeylerle de mutlu edebildiğini fark ettiğinde kendisi de mutlu oluyordu. Aslında Jisung'un mutlu olmasının sebebinin saç değişimi değil, bunu birlikte yapmaları olduğunu da iyi biliyordu. Gün geçtikçe onu daha iyi tanıyor, hatta hareketlerini veya tepkilerini önceden tahmin edebilecek kadar çok inceliyordu onu. Asla sıkılmadan Jisung uyurken onu saatlerce izlediği günler olmuştu ya da sadece yemek yiyor olsa da ona bakıp ne kadar güzel olduğunu düşünürken dalıp gittiği zamanlar olduğunu da hatırlıyordu. Yine düşüncelerine dalmışken Jisung'un uyukladığını fark etmesi biraz uzun sürmüştü.

Jisung'un üstünü örttükten sonra biraz daha onu izlemek kendisi için en cazip fikirdi fakat birkaç saat önce söz verdiği gibi Jisung'un son sene için yazdığı denemeyi okumaya başlamak onu mutlu edeceğinden öyle yapacaktı.

Olabildiğince sessiz davranarak yataktan kalktı ve salondan Jisung'un bilgisayarını aldı, gözlüğünü de taktıktan sonra çalışma odasına girdi. Ezberinde olan şifre ve yerini bildiği dosyalara tıklarken açtığı kısık sesli müzik eşlik ediyordu ona. Denemenin olduğu klasörü biliyordu fakat denemenin isminden haberi yoktu, Jisung sürpriz olmasını istemişti.

Klasördeki tek dosyaya tıkladı "faint bodies".

Denemenin ismi Minho'yu oldukça şaşırtmıştı, ismi ilk kez gördüğünden korku veya gerilimi ele aldığını düşünse de ilk cümlesi "Aşk mıydı insanı bu denli korkutan, yüzünü kireç gibi beyazlatan; yoksa aşkın kendisine mi hissediyorlardı korkuyu, birine bağlanmaktan korkmaları mıydı bedenlerini solduran?" olduğundan asıl konunun aşk üzerinden gideceğini anlamıştı.

Okuduğu cümle üstüne düşünülecek, hatta üstüne notlar alınılacak türdendi. Jisung'un aşkı kutsal bir şey olarak gördüğünü de bildiğinden olsa gerek bu tür cümlelerle sıkça karşılaşacağından emindi. Hoşuna giden kelimeleri not etmek için düz bir kağıt çıkardı, bilgisayarı kendinden biraz uzaklaştırdı ve sol elindeki kalemi çevirerek satırları okumaya devam etti.

"Karşımdaki adama ne kadardır baktığımı bilmiyorum ama o kadar güzel görünüyor ki bakarken kumun saatini kırıp kırık camlar arasından aktığını düşünüyorum."

"Ben hayatının her anında yaptığı şeylerin tamamen doğru olduğuna inanmayan bir insanım, hiçbir zaman her şey gerçekten doğru hissettirmedi ama o adamı ne zaman öpsem artık bir şeylerin doğru olduğunu hissediyorum. O adama dokunmak çok doğru hissettiriyor, soluk bedenime renk veriyor; kimi zaman mocha rengini alıyor bedenim, kimi zamansa bana öyle bir dokunuyor ki yanaklarıma birkaç saniye önce ısırdığım çileği sürmüşüm gibi tatlı bir pembeye dönüştürüyor."

Minho okuduğu her satırda Jisung'u buluyordu, her cümlede Jisung'un yarattığı karaktere aslında kendi özelliklerini dile getirdiğini daha iyi anlıyordu. Yarattığı karakter kendisine o kadar benziyordu ki birden bire "Bahsettiğim adamın ismi Lee Minho." gibi bir yazıyla karşılaşmasının muhtemel olduğunu düşünüyordu.

Jisung bir karakter ve o karakterin sevdiği adamı yaratmıştı ya da kendisini ve sevgilisini o karakterlere nakletmişti.

Aslında toplum tarafından gerçekleştiğinde kabul görmeyecek bir aşkı kaleme almıştı ve bu yazıyı okuyacak hiç kimse aslında yazarın kendi aşkından bahsettiğini anlamayacaktı...

blood & wine - minsung✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin