Eski model çalar saatimin ısrarcı zil sesiyle uyanıp elimi aceleyle saatin tepesine indirdim. Gözlerim her ne kadar açılmayı inkar ediyor olsalar dahi sabah olmuştu ve ben yeni işime daha ikinci günden geç kalırsam bu hiç iyi olmazdı.
Yataktan zorlukla doğrulup banyoya doğru yol aldım. Güzel banyoma vardığımda amacım ayılmak için sıcak bir duş almaktı ancak dün küvetin içine fırlattığım kapüşonlumu görür görmez zaten fulleme ayıldım.
Dün gece gördüğüm siyah deriler içindeki maskeli kadın... Küvetin kenarına oturup düşündüm. Aklımda yarışan iki soru vardı ve ikisi de hala skor alamamışlardı. Bu sorulardan biri maskelinin ne istediğiydi. İkincisi ise maskelinin kim olduğu yönündeydi. Tahmin hakkım sıfırdı. Ufak bir olasılıkla Nikita diyebilirdim fakat o kaçalı aylar olmuştu ve ayrıca onun saçları o derece kızıl değildi bile.
Aynadan yansıyan suratıma bakıp nefesimi burnumdan alarak dişlerimin arasından verdim. Hiç yoksa emin olabildiğim tek bir şey vardı. O da bu olanlardan Security'e bahsetmeyeceğimdi. Bunun sebebi siyahlı kadını kendime saklamamla sınırlı değildi. Bunu Security'e anlatırsam akşamki operasyonu gizlice dikizlediğim ortaya çıkardı. Düşünceli halimi sonraya ertelemeye karar verip, hızla giyinerek saçlarımı öğretildiği gibi sprey ve makineyle havaya diktikten sonra güneş gözlüğümü de takarak evden çıktığımda Evelyn'i asansörün önünde beklerken buldum. Birinci kattan gelecek asansörü bekliyordu hemde.
-"Bugün şanssız günündesin sanırım."
Sözlerimle arkasını dönüp bana baktı. "Hey, şanssızlığım neymiş söyle bakalım."
Yanına yaklaşıp parmağımı kat sayısını gösteren ekranda tıklatırken tek kaşımı kaldırdım. "Bahse varım bu gelene kadar alt kata inebilirim."
-"Denemesi bedava."
Meydan okurcasına ellerini beline koyup gülümseyince ona tebessümümle karşılık verdim. "Pekala. Fakat ilk asansörün gelmesini bekleyeceğim. Sen bindikten sonra da merdivenleri kullanarak girişe senden önce varacağım. Göreceksin."
Başını onaylarcasına sallayınca beşinci kattan giden ekrana baktım. "Üniversiteye mi?"
Tekrar başıyla onayladı.
-"Hangi bölüm?"
Kollarını göğsünde bağlayıp sırtını asansöre dayadı. "İngiliz edebiyatı ikinci sınıf. Sen?"
Bende tek kolumu asansör kapısına dayayıp yanıtladım. "Fransızca öğretmenliği son sınıf."
Kaşlarını hayretle kaldırdı.
-"İyiymiş."
Gülümseyip başımı eğdiğimde yeniden sordu.
-"Sen de mi derse gidiyorsun yoksa?"
Başımı kaldırıp mavi gözlerine baktım. Gerçekten de güzeldi.
-"Hayır, yanlış tahmin. Yeni bir iş buldum ve, ve gerçekten iyi ödeme yapıyorlar."
-"Hmm, ailenden yardım almıyor musun?"
Başımı kaldırıp dudaklarımı ısırarak zor bir soru sorduğunu ona ispatlamaya çalıştım. "Aslında," gözlerine baka baka yalan söyleyemeyeceğimden dolayı başımı eğip devam ettim. "aslında onları tanıyamadım bile."
-"Ah tanrım üzgünüm Olly. Ben..."
Boştaki elimle omzunu sıvazladım. "Hey, sorun değil. Artık benim için birşey ifade etmiyorlar."
Gülümseyip mırıldandı. "Aslında, seni anlayabilecek durumdayım. Yani, ben de benzer bir durum yaşadım. Annem ben çok küçükken öldü ve babam ise, lise çağlarımda."
Annesinden bahsederken gözlerinde daha önce hiç şahit olmadığım bir özlem vardı. Fakat babasının sözünü ettiğinde bu duygu silinmişti.
Kendimi rolüme kaptırmış olmalıyım ki ellerimle omuzlarını kavrayıp fısıldadım.
-"Senin şimdiki halini görseler inan bana seninle gurur duyarlardı."
Elleriyle benimkileri sıkıp bıraktı. "Bilemiyorum adamım, ah bu arada" açılan asansör kapısını gösterdi. "iddian hala geçerli mi?"
Dudaklarımda muzip bir gülümsemeyle yanıtladım
-"Elbette."
**
Yeni iş yerime her zamankine oranla daha bir neşeyle -iki defa her zaman olarak sayılıyorsa tabii- girdim. Diğerleri ortalıkta görünmüyorlardı fakat fazla önemsemedim.Bugün ilk iş olarak kırmızı önlüklerden birisini giydim. Anlaşılan gerçek anlamda iş başı yapacağım gün bugündü.
Birkaç masa servisimden sonra ev servisi bahanesiyle karargaha çağrıldım. İşte bir gündür beklediğim şey de buydu.
*
Masada yerimi aldığımda diğerlerinin yüzlerine yer etmiş gerginlik dolayısıyla ortam sessizdi. Bu sessizliği bozmayıp arkama yaslanarak gözlerimi Stevenson gelip aktifleştirene kadar önümdeki siyah ekrandan yansıyan görüntüme sabitledim. Stevenson geldiğindeyse kendi ekranıyla beraber bizimkiler de açılıverdi. Başımı kaldırıp baktığımda aynı gerginliği onun yüzünde de görebilmiştim.Başını kaldırıp keskin buz grisi gözlerini bir bir üzerimizde gezdirdi. "Bildiğiniz üzere HHC'nin elçisi bilgi aktarımı yaparken ilk birkaç sayfayı ele geçirebildik. Fakat bu bilgiler pekte bizi mutlu edecek cinsten değil."
Elindeki kumandayı arkasında duran ekrana doğrulttu. "Şunlara bir bakın."
Ekranda beliren yazılar dosyadan çeldiği halde bilgisayardan yazılmış gibi net ve hizalıydılar. Tek sorun arkaplanın kırmızıya kaçan beyaz tonuydu. Yazılar üzerinde hızla göz gezdirdim. Yazının ortalarına gelene kadar her şey sıradan istihbarat bilgilerinden ibaretti. Ta ki ortalarda rastladığım iki isime kadar. Amanda Flinkman - Maximiliaan Bettis.
Yazının devamını okurken ise yavaştım. Okuduğum her kelimeyle beraber sırtımdan aşağı oluk oluk soğuk ter damlaları süzülüyordu. Yazının devamı tamamiyle iki Security ajanının kimliğini açıklamakla geçmişti.
Okumayı bitirdiğimde yüzümdeki sert ifadeyle Stevenson'a sordum. "Anna Derevko'yu araştırmaya gelen bir ajanın rapor içeriği nasıl oluyor da bizim gruptan iki ajanın bilgilerini içerebiliyor?"
Stevenson arkasındaki kumandaya basınca ekranda Amanda ve Max' in İngilterede baltaladığım ilk görevlerindeki resim belirdi.
-"Hayır Gabriel, ajanın orada bulunma amacı aslında bilgi aktarımı değilmiş. Tam tersine üssünden kendine yöneltilen yeni bir görevmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAF KATLİAM
Actionİşte ben... Önüme sürülen kurallara bir türlü uyamadım, fakat kendi yolumu yaratabilecek güce sahipte olamadım. Hiçbir zaman çok cesur değildim, fakat zorlukların karşısında sinecek kadar korkak da... Birisini canımı yakacak kadar çok sevemedim, bir...