Kalbimin ritmini göğüs kafesimde hisseder, uğuldayan yoğun kan akışını kulaklarımda işitirken son bir kroşe ve düzle kırmızı kum torbasındaki işimi bitirip olduğum yere çöktüm. alnımdan yola çıkıp gözlerime kaçan, burnumun üstünden gıdıklayarak yuvarlanıp üst dudağımdan dilime akan tuzlu terin tadını zevkle çıkarırken benden başka canlı şahsın bulunmadığı geniş spor salonunda gözlerimi dolaştırdım. Oksijenin yeterli ziyareti unuttuğu beynim dilime emrederken durup düşünmeksizin sözleri bağırdım.
-"I'm wonderful baby!!"
Sesim boş salonda komik derecede yankılanırken yoğun antremandan sonra bulanan beynime güldüm.
Vuruşları ağırdan ağıra düzene giren kalbimle beraber terden dolayı üzerime yapışmış tişörtü sıyırıp attım. Şaka bir yana üzerinden gerçekten de su sızıyordu. Bununla beraber kuru olan yerleriyle ilk yüzümle kafamı, ardından da üst vücudumu silerek elimde ıslak tişörtüm eşliğinde ayağa kalktım. Daha tekrar etmem gereken yirmi beş fransızca kelime beni bekliyordu.
Fransızcaya geçeli yeni olmuştu. Bitirdiğimiz İngiliz dilini ana dilimiz gibi konuşmamız için yapılan alıştırmalar hala devam ediyordu gerçi. Örneğin program saatlerinde türkçe konuşmak yasaktı, sadece ingilizce. Her öğle arasında sana verilen romandan otuz sayfa ki o da ingilizce... Fakat ne diyebilirdim ki? Sonuçta artık bir İngiliz vatandaşı sayılırdım ve ülkemin dilini uzmanca konuşmak ta vazifemdi.
Sıkıntıyla iç çekip yanından geçtiğim mavi kum torbasına da bir tekme savurarak çıkışa yöneldim. Duş almalı ve yüzmeliydim, kelimeler sonraya da kalabilirdi. Yarın ne güne duruyor sanki?
Merdivenleri tek adımda çıkıp go out yapacakken çarptığım vücutla geriye savruldum. Savrulmamın etkisi vücut değildi tabii. Sadece çarptığın kız arkadaşın olunca onu öldürmemek için kendini geri atma ihtiyacı hissedersin haliyle. Geri indiğim basamaktan bu düşüncelerle tekrar tırmanıp iyi misin diye soracakken sert ifadesiyle beni baştan aşağı süzdü Samara. "You ox.... Waow, when i see you like this, i wanna eat you!"
Elimdeki tişörtü omzuma atıp alaycı bir edayla yanıtladım.
-"Aint u turn into a cannibal girl, are u?"
Cevabım üzerine aramızdaki mesafeyi ufak bir adımıyla kapatıp, parmağını burnuma değdirerek yanıtladı.
-"My cannibalism is merely limited to ur body."
Aynı şekilde ben de mmm'layarak sordum.
-"Which part of my body do u want to eat?"
Yüzünde hınzır bir ifadeyle burnumdaki parmağını giydiğim eşofmanın beline kadar indirdi.
-"It aint too hard to forecast."
**
Yaklaşık yarım saattir yüzdüğüm sudan Samaranın uzattığı havluya sarınarak çıktım. Samara yaklaşık yarım saattir yaptığı gibi yine beni izlerken yanına gidip oturarak ıslak kolumla onu kendime çektim.
-"Fransızca'ya çalıştın mı?"
Islaklığımdan şikayet etmez ve başını omzuma yaslarken mırıldandı.
-"Bir saat boyunca seni aradım. geriye kalan süreçte de bildiğin gibi yanındaydım. Sence?"
Söyledikleriyle gülümseyip dudaklarımı saçlarına değdirerek kokusunu içime çektim.
-"Biliyor musun, bence parfümünü başına sıkmaktan vazgeçmelisin. Islak köpek gibi kokuyorsun!"
Söylediğime alınmadı bile. Onunla iletişimimiz böyleydi işte. O genellikle keskin diliyle biryerlerimi kaldırırken ben de buna karşılık umursamaz tavırlarım eşliğinde genel klasik dilimi kullanıyordum. Fakat ikimiz de birbirimizin bu tavırlarına artık iyice alışmıştık. Genenellikle hep benim yanımda olmak isteyen oydu fakat birlikte olduğumuz bunca zaman içinde ben deona karşı birşeyler hissetmeye, ve ona gerçek anlamda değer vermeye başlamıştım. O buna aşk diyordu. Ben ise hiçbirşey. Ona daha bir ad bulamamıştım. Söylesenize aşk olsa o midende sivrisinek uçuşması, çarpışan arabalara binme hissi falan olması gerekmiyor muydu?!...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAF KATLİAM
Actionİşte ben... Önüme sürülen kurallara bir türlü uyamadım, fakat kendi yolumu yaratabilecek güce sahipte olamadım. Hiçbir zaman çok cesur değildim, fakat zorlukların karşısında sinecek kadar korkak da... Birisini canımı yakacak kadar çok sevemedim, bir...