"Nereye gidiyoruz? "
Öğle yemeğinden sonraydı ve ciple ilerliyorlardı. Chanyeol önce ona, sonra yola baktı. "Biraz dışarı çıkarsak iyi olur diye düşündüm. Sana etrafı gezdirmek istiyorum. "
Baekhyun başını arkaya yasladı. Nedense içinde bir sevinç ve
huzur vardı. Villaya döndüğünden beri sanki omuzlarından ağır bir yük kalkmıştı. Chanyeol birdenbire, "Yüzüğün nerede?" diye sordu. Baekhyun suçluluk duygusuyla kıpkırmızı oldu ve çıplak
parmağına baktı. "Villada kaldı. Ben, şey, takmayı unutmuşum."Chanyeol gözlerini kısarak ona baktı. "Pek de emin değilsin, yoksa yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsun."
Chanyeol gözlerini yeniden yola çevirdi. "Sana yeni bir tane alırım." Baekhyun hızla başını salladı, yeni bir elmas yüzüğü hak etmediğini biliyordu. "Hayır, istemiyorum, bu alyans yeterli," dedi.
Chanyeol tuhaf bir biçimde ona baktı. "Pahalı seylere hayır diyen
biri ha, buna inanamıyorum."Baekhyun somurtarak ona baktı. Chanyeol ise elini tutup dudaklarına götürdü ve bir öpücük kondurdu.
Sonra o güzel dudaklarını muhteşem bir şekilde kıvırarak, "Sen tanıdığım kimseye benzemiyorsun, Park Baekhyun." dedi.Soyadın farklı söylenmesi Baekhyun'u hiç de rahatsız etmemişti. Bunu da duvarlarım yıkan başka bir darbe olarak algıladı.
Birkaç saat sonra, tepeye tırmanmakta olan Chanyeol'ün
arkasından oflayıp puflayarak gidiyordu. Chanyeol durduğunda,
Baekhyun harika bir manzaranın ortasında olduğunu gördü.
Chanyeol ona dönüp, "iyi misin?" diye sordu.
Baekhyun kızardı, yüzü batmakta olan akşam güneşinin rengini aldı. "İyiyim," dedi.
Chanyeol onu elinden tutup tepedeki düzlüğün ortasına götürdü. "Akşam yemeğimizi orada yiyeceğiz," dedi.Yemeğe kadar olan zamanı kasabadaki Ortaçağdan kalma
küçük kiliseleri gezerek geçirdiler. Chanyeol kasaba için, 'Umbria'mn balkonu' diyordu çünkü manzarası gerçekten muhteşemdi. Çitlerle çevrilmiş küçük restorana girdiler. Renkli brandaların altında sevimli masalar ve sandalyeler hemen
göze çarpıyordu. Uzun boylu bir adam yanlarına gelip Chanyeol'ü dostça selamladı. Sonra beğeni dolu bakışlarla Baekhyun'u süzdü.
Adam onları gözden uzak ama Umbria ovalarına bakan güzel manzaralı bir masaya götürdü. Chanyeol adamla sohbetini kesip Baekhyun'a döndü. "Siparişi benim vermemde sakınca var mı? Burada bazı yöresel yemekler vardır, belki
sevmeyebilirsin."
Baekhyun omuz silkti. Onun bu etkileyici hali çok hoşuna gidiyordu. "Ne olursa yerim, salyangoz dışında," dedi.Bir anda sabahki halini düĢündü. Yeniden yalnızlığın kıyısına gelmiş, neredeyse Roma'ya dönüyordu. Tek başına kalacak ve sözde zaferini yaşayacaktı.
Garson gelip bardaklarına su koydu. Baekhyun kana kana suyunu içti, çok susamıştı. Bu arada Chanyeol arkasına yaslanmış onu izliyordu. Baekhyun bir anda kendini dağınık ve
mahcup hissetti. "Ne oldu? Ter mi kokuyorum?"
Chanyeol başını salladı. "Ne kadar çekici olduğunun farkında değilsin, değil mi?" Öne doğru eğildi. "Senin gibi bir adam görmedim. Hic özenmeden dışarı çıkıyorsun, yine de
bütün bu insanlarin utanmasına neden olabiliyorsun."Baekhyun kıpkırmızı oldu. "Bunu söylemek zorunda-"
"Zorundayım," diye sözünü kesti Chanyeol. "Başımı döndürüyorsun."Baekhyun böyle iltifatlara hiç de alışık değildi. Elindeki bardakla oynamaya başladı. "Teşekkür ederim."
Chanyeol'e bir bakış fırlattıktan sonra, "Sen de hiç çirkin
sayılmazsın," dedi.
Chanyeol teşekkür edermiş gibi bir elini göğsüne koydu. "Sanırım ilk kez bana güzel bir şey söylüyorsun."
Baekhyun parmaklarını suya batırdı, sonra da onun yüzüne doğru salladı. "Sanki bunu duymaya ihtiyacın varmış gibi..."