Bölüm 34 - PADRE GODWINE

24 4 0
                                    

Sonraki iki gün benim için her şey daha kolaylaştı dersem yalan söylemiş olurdum. Her şeyin normal devam etmesini ve kimsenin bana derslerde kolaylık yapmasını istemediğimi söylediğimden arada yakaladığım kaçamak bakışlar haricinde birşey yoktu. Kimse benimle iyi olup olmadığıma dair konuşmaya yeltenmiyordu. Lexy bile. Hatta Marcus, ilk günden sonra eski, gıcık haline dönmüştü. Yani dışarıdan bakıldığında her şey yolundaydı ancak içimde kopan fırtınanın haddi hesabı yoktu. Onu bir tek ben biliyordum. Şu an hala devam eden bir savaşın olduğunun düşüncesi aklıma her düştüğünde, ki bu sık sık oluyordu, bütün her şeyi bırakıp kaçmak düşüncesi benliğimi ele geçiriyordu.

Beni oyalayacağını düşündüğüm derslerin de bir yere kadar faydası vardı. Bazen bir nefes egzersizinin, bazen bir meditasyon hareketinin ortasında kendimi birdenbire savaşı hayal ederken buluyordum. Julian'ın kılıcını kaldırıp atağa kalkışını, Gabriel'ın mınçıkasını savuruşunu, Cameron'ın mızrağını birinin bedeninden çekişini... Sonra ölümleri, cansız vücutları, aptal bir kehanet uğruna verilen insan ziyanlığını hayal ediyordum. Gündüz zihnime düşen bu görüntüler gece kâbusum oluyordu. Kaç defa Julian'ın kandan seçilmeyen güzel yüzünü kucağıma alıp sevmiştim ya da kaç defa annemin son nefesinde pişmanlıklarını dinlemiştim bilmiyordum.

Gece yarısı odamın kapısı kırılırcasına, paldır küldür açıldığında bu yüzden kendimi yine bir kâbusun ortasında zannetmiştim. Soluk ay ışığının altında yüzlerini seçemediğim gölgelerden biri yanıma yaklaşarak uyanmamı söylediğinde ikinci bir uyarıya ihtiyaç duymadan yataktan fırladım. Elizabeth olduğunu anladığım diğer gölge gardırobumda aceleyle bir şeyler arıyordu. Sonunda pes edip bana döndü.

"Sabahlığın yok mu?"

Önce başımı iki yana salladım fakat bir an sonra karanlıkta göremeyeceğini düşünüp,

"Hayır." Dedim. "Hayır, yok."

"Boş verin şimdi sabahlığı. Gidelim." Dedi Lexy.

Beni kolumdan çekiştirmeye başladığında ayağıma terliklerimi giyecek vakti güç bela bulmuştum. Kapıdan çıkıp koridorda yürümeye başladık. Daha kendime gelemediğim için Lexy'nin panik halindeki hızlı adımlarına ayak uydurmakta zorluk çekiyordum. Arkamızdan bize yetişen Elizabeth koluma girerek beni hızlandırmaya çalıştı.

"Ne oluyor? Bu acelenin nedeni ne?" Aklıma doluşan o korkunç ihtimalle pat diye durdum. "Yoksa-"

Lexy, hiç durmadan devam ederken Elizabeth beni yeniden çekiştirip yürütmeye çalışıyordu.

"Hayır, korkma. Öyle birşey değil. Evet, bir mesaj aldık ama-"

"Ne öyleyse, söylesenize?" Dedim, sesim yükselerek.

"Az kaldı Inanna, birazdan. Padrenin mesajını duyman gerekiyor."

Başımı sallayıp Elizabeth'in koluna asıldım. Kötü birşey olmadığını söylemişti ama bu panik hali, padreden mesaj gelmesi farklı bir hikâye anlatıyordu. Sonunda, bana bitmek bilmez gibi gelen bir sürenin sonunda salona girdik. David ayakta dolaşıp duruyor, Marcus'sa masada önündeki bir kâğıda bakıyordu. Padrenin mesajıydı muhakkak. David geldiğimizi fark ettiğinde ve bana garip bakışlar attığında kendimi kontrol etme ihtiyacı hissetmiş ve Elizabeth'in neden sabahlık aradığını anlamıştım. Altımda kısacık bir şort, üzerimde ise kol oyuğu neredeyse kaburgalarıma kadar inen ince askılı bir bluz vardı. Utanmıştım ama şu an, padrenin mesajı Marcus'un önünde duruyorken kıyafetimin uygunsuzluğunu düşünecek durumda değildim. Kimseyi beklemeden David'i geçip masaya, Marcus'un karşısına oturdum. Marcus başını kaldırıp ayaktakilere baktı.

"Kim açıklamak ister?"

"Önce mesajı okumalı bence." Dedi David.

Marcus başını sallayıp kâğıdı bana doğru uzatırken diğerlerinin de masaya yerleştiğinin hayal meyal farkındaydım. Kâğıdı almak için uzanan elim titriyordu.

AVAHERONA I Zosimos Günceleri I Kitap 1 HAVA I #Wattys2022 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin