"seni seviyorum, yoongi min. beni incitecek olmana rağmen seviyorum ve sevmek benim tercihim olmasa da beni incitmene izin vermek benim tercihimdi. tercihimden memnunum. seni tanımak, seninle uyumak, buluşan gözlerimiz, sohbetlerimiz ve bazen birbir...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
jimin ve yoongi, çimlerin üzerinde o meşhur ağacı izliyorlardı. yaprakları ve dalları, koca gövdesi bir gölge şeklinde üzerlerine düşüyordu. hava serindi, çimler ıslakmışcasına soğuktu ve on beş dakika sonra başlayacak olan dersleri çoktan akıllarından çıkmış gibi görünüyordu. anın tadını çıkarmak bu muydu? sevdiğin biriyle nerede olduğun ve saatin kaç olduğu önemini yitiriyor muydu? peki böyle hisseden yalnızca jimin miydi? romantik bir anlam taşımasına gerek yoktu ama yoongi'nin de duygularının bir yerlerde jimin'in duygularıyla çarpışıp çarpışmadığı, yüreğini burkan bir meraktı.
"bu ağaç sana karşı bir suç mu işledi?" jimin başını çimlere sürterek yoongi'ye çevirdi. "onun psikolojisiyle oynama niyetinde misin? gözlerini kırptığında bir yere kaybolmayacak. hem bir psikolojisi de yok."
"bitkiler de üzülebilir."
"canları da yanar mı bari?"
"belki. onlardan biri olmadığımız sürece bunu bilemeyeceğiz."
"bir gün olacağız. şahsen güzel çiçeklere ruhumu vermek isterim," jimin iç çekti. "güzel kokayım, bana bakan bir daha baksın ve öldüren de yalnızca aşığını mutlu etmek için öldürsün beni."
"ölümün bile romantik olsun istiyorsun yani?" yoongi güldü istemsizce.
"romantik biriyim, duygularım benim zırhım. onları saklamak büyük aptallık, saklayanlar ise asıl korkaklar." jimin bir anda ciddileşti. "ağlamak mı istiyorsun, ağla. kimden çekiniyorsun? seni yargılayan senden üstün mü? kimden ne saklıyorsun?" yattığı yerden doğruldu, bağdaş kurmadan önce tamamen yoongi'ye döndü. "aşık mısın? ne şanslısın o zaman! söyle, haykır ya da dizlerinin üzerine çök ve ona yalvar. belki karşılık bulamazsın ama aşık olmuşsun bir kere, kalbin atıyor demek ki. kalbin yaşıyor ve tüm o güzel duygulardan besleniyor, ne şanslısın, sevmeyi biliyorsun." yoongi'nin gözleri sonunda kendisine döndüğünde acı bir tebessüm dudaklarına sarıldı. "canın mı yanıyor?" ses tonu düşmüştü, duyguları belki de ilk defa bu kadar uç noktadaydı. "benim de yanıyor... yoongi, iyileşebiliriz."
"her baş başa kaldığımızda beni müthiş isteğimden vazgeçirmeye mi çalışacaksın?" yoongi anlayışla gülümsedi. "hayatında bir yere dokunmuş olmamın sorumluluğunu bu şekilde almak zorunda değilsin."
"sana duyduğum şeyin bir sorumluluk olduğunu söylüyor olman hayatımda duyduğum en incitici şeydi." jimin başını salladı, gözlerini yeniden büyük ağaca çevirdi. "ama beni kırmak istiyorsan daha fazlasını yapman gerekiyor."
"seni kırmak istemiyorum jimin, bunu hiçbir zaman istemedim. niyetim nefretini kazanmak ve bu şekilde benden uzak durmanı sağlamak da değil, hislerini asla küçümsemedim, bu aptalların işidir. ancak hayatına hiç girmemiş olmayı dilerdim." derin bir nefes aldı, derinliği ciğerlerini patlatmak üzereydi ama buna ihtiyacı vardı. "beni tanımamış olsaydın böyle büyük bir yükün altına girmemiş olurdun, belki de gelecekte bir başkası için yine girerdin. ne de olsa kendini öldürmeyi kafaya koymuş birine aşıksın, böyle bir şey yalnızca kocaman yüreği olan birine ya da dünyanın en talihsiz insanına denk gelebilir."
"ben hangisiyim?"
"sen?" duraksadı, şöyle bir jimin'i süzdü ve gülümsedi. "sen park jimin'sin."
jimin başını eğerek güldü. "öyleyim, park jimin'im." biraz sessizlikle beraber gülüşü yavaşça soldu, yüzü şimdi bir matematik sorusu çözüyormuş gibi karmaşık bir hâle büründü. "ama yoongi, anlayamıyorum. tasarladığın şey bir başkası için ölmek. yapacağın şeye intikam diye isim veriyorsun ama ölecek olan sensin, bir yaşam kaybedecek olan sensin. bunu anlayamıyorum. kendine bunu neden yapıyorsun?"
"ne önerirsin?" yoongi soru sormuyordu. "yaşamak istemiyorum jimin, bunu beceremiyorum. güldüğüm zaman bir şey oturuyor içime, hayattan zevk almayı uzun zaman önce bıraktım, bunu fark ettiğimde iş işten çoktan geçmişti." yanaklarını şişirdi. "yaşamak beni mutlu etmiyor."
"neden erteledin peki?" diye sordu jimin. "yalnızca ben istedim diye mi? ben kimim ki yoongi? benim için bu kadar arzuladığın bir şeyi neden erteledin?" çünkü yaşamak istiyorsun... "neden?"
yoongi dudaklarını birbirine bastırdı. gözleri jimin'i bulduğunda kararsız görünüyordu. "ölmeden önce birkaç sayfa daha okumanın zararı olmaz diye düşündüm herhalde. sayfaları senin çevirmen hoşuma gidiyor." güldü. "bir satırdan diğerine geçebiliyorsun, hızına yetişemesem de bundan şikayetçi değilim."
"bir kitap karakteri değilsin, değiliz." duyduğu sözler neden jimin'i mutlu edemiyordu? yoongi kitabın sonunu görmek istemediğini açıkça belirtmişti, birkaç sayfa daha yaşamanın bir anlamı olmayacaktı çünkü her hâlükârda yarım kalmayacaklar mıydı?
jimin, bir sonraki sayfada yoongi'nin olmayacağını bilerek nasıl bir sayfa daha çevirebilirdi ki?
"ben," dedi jimin. gözleri bir an boşlukta sekti, dudakları aralandı ama elleri nefes alamıyormuş gibi çırpındı. "ben- ben yapamıyorum." oturduğu yerden fırladı, yoongi'ye bakmadan koşar adımlarla ondan uzaklaşmak istedi çünkü gerçeği zaman daraldıkça daha çok idrak ediyordu. yoongi gidecekti ve jimin onsuz kalacaktı. "ben yapamıyorum, canım çok yanıyor."