"seni seviyorum, yoongi min. beni incitecek olmana rağmen seviyorum ve sevmek benim tercihim olmasa da beni incitmene izin vermek benim tercihimdi. tercihimden memnunum. seni tanımak, seninle uyumak, buluşan gözlerimiz, sohbetlerimiz ve bazen birbir...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"bugün kimse aklıyla hareket etmiyor herhalde." diye yorumda bulundu namjoon, sonra da taehyung'a döndü. "derste yaptığın şey- iyi misin taehyung? arkadaşımı tanıyamadım bir an."
jeongguk yanakları dolu bir şekilde "ne oldu ki?" diye sordu. çok acıktığından ağzını tıka basa doldurmuştu ama şimdi duyduğu sözler yediği yemekten ilgisini oldukça hızlı bir şekilde çekmişti. "ne yaptı?"
"bir şey olduğu yok." diye homurdandı. "abartma namjoon."
"abartmıyor." jin de hak verdi. "gage seni ailene şikayet edecek. ne diye cevap veriyorsun? azarladığı kişi sen bile değildin."
"jimin'di. jimin demek ben demek- tanrı aşkına oldu bitti işte, uzatmayın."
jimin'in masanın bir köşesinde küçüldüğünü gördükçe sinirleniyordu. dünkü kendini kaybedişinden sonra oldukça yorgun düşmüştü, derste uyukluyordu ve gage onu herkesin içinde rezil edecek tonla laf sayıyordu. jimin'i sevmiyor olması, buna ek olarak daha acımasız olmasını sağlıyordu. taehyung da dayanamamıştı ve buna son vermesini oldukça sivri bir dille söylemişti. hatta onu üsttekilere şikayet edeceğini çünkü şartlar ne olursa olsun bir eğitimcinin bir öğrenciye sen işe yaramazsın minvalinde sözler söylemesinin haklı yanı olmadığını dile getirmişti. taehyung gibi uyumlu ve uysal bir çocuktan beklenmeyecek kadar tehditkâr görünmesi herkesi dumura uğratmıştı tabii ki.
ama bilmiyorlardı. jimin, taehyung için çok değerliydi. yatılı yurda geldiğinde oldukça gergindi ve neredeyse evine dönmek istediğini söylerek ağlayacaktı. ilk gün. daha ilk günden jimin onun önüne fırlamış ve kendisiyle ağlak bir bebek olduğu hakkında dalga geçmişti. taehyung ona başından gitmesini söylerken jimin dinlememiş ve cebinden mendilini çıkarıp yüzündeki yaşları silmişti. onun da ilk günüydü, jimin de babası tarafından dakikalar önce yatılı yurda bırakılmıştı ve taehyung'un günler sonra öğrendiğine göre annesini kaybetmesinin üzerinden çok da geçmemişti. ancak jimin öyle neşeli görünüyordu ki, taehyung onun bir acıya sahip olmadığını sanmıştı. jimin ona sarılmıştı, taehyung alışana dek gizlice ve bazen dönüş yolunda yakalanarak taehyung'un odasına sızmış, uyuyana dek onunla sohbetler etmişti. tanıştıkları zamandan itibaren jimin, taehyung için çok şey yapmıştı ve taehyung hiçbirinin karşılığını veremiyormuş gibi hissediyordu. yalnızca alan taraftı sanki. eh, kafasından geçenleri arkadaşına söylese jimin'in ona kırılacağını da biliyordu ama böyle düşünmeye engel olamıyordu.
"hyung," hemen yanından bir ses geldi önce, hemen sonrasında kolunda iki el hissetti. bedeni anında tepki vererek kasılırken başını çevirip jeongguk'a baktı. kocaman gözleri parıl parıl parlıyordu yine, dudaklarını birbirine bastırdığı için gamzeleri ortaya çıkmıştı. onun için eriyor gibi hissediyordu. "iyi misin?"
gülümsedi. "iyiyim ggukie, hyunglarını biliyorsun işte." jeongguk da gülümsedi, yalnızca dudaklarını oynatarak emin olup olmadığını sorduğunda taehyung onun yanağından bir makas aldı. "iyiyim dedim tavşan, endişelenme." gözlerini diğerlerine çevirdiği sırada küçük olanın yanaklarının kızardığından habersizdi.
"bir şeyim yok," jimin, hoseok ve seokjin'in sorularından bunalmış gibi hiç dokunmadığı yemek tepsisini itti. "hastalanacağım sanırım, ondan bu halsizliğim."
"hadi oradan, seni bilmiyoruz sanki." hoseok kaşlarını çattı. "bir derdin var belli, söyle hadi."
jimin ve taehyung göz göze geldi, jimin bariz bir şekilde kurtarılmak istiyordu.
"haklısın namjoon, bugün kimse aklıyla hareket etmiyor." taehyung kolunda duran eli nazikçe indirdi ve masadan tepsisiyle birlikte ayaklandı. "tepsini al jimin, seninle konuşmam gerekiyor."
jimin de tepsisini aldı ve taehyung'un peşine takıldı. ikisi de tepsilerini bıraktıktan sonra sessiz bir şekilde anlaşarak yurdun bahçesine çıktılar, etrafta insanlar olsa da oturmak için onlardan daha uzak bir yere geçtiler. yalnız kalabilmişlerdi sonunda.
"evet, seni dinliyorum."
"ne bilmek istiyorsun?"
"her şeyi. seni bu hâle sokan her şeyi bilmek istiyorum."
"ne hâldeyim?" jimin gülümsedi, gözlerini taehyung'a çeviremiyordu. "çok mu korkunç görünüyorum?"
"jimin, sadece izin ver. her ne yaşıyorsan tek başına mücadele etmek zorunda değilsin. yanında olacağım."
jimin dudaklarını birbirine bastırdı, kendini konuşabilecek kadar iyi hissetmiyordu. üstelik sabah yoongi'den önce uyanıp onu yanı başında, yerde, uyuya kalmış bir şekilde bulduğunda gün yeterince zor başlamıştı. onu ne kadar izlemek istese de uyandığında konuşmaya hazır değildi, bu yüzden hemen hazırlanıp kaçmıştı odadan. dersler bittiğinde ise sınıfı ilk terk eden olmuştu. gece yine odaya gidecek olması komikti, sadece birkaç saatliğine kaçabiliyordu ondan.
"sevdiğim oğlanın yoongi olduğunu anlamışsındır zaten." diye başladı sözlerine. "uzun zaman olmadı, kısa ama olabilecek en hayati şekilde. çok seviyorum, taehyung. çok seviyorum ve bu kadar kısa sürede en derinime sirayet etmesi beni korkutmuyor bile. sadece evine yeni ulaşmış gibi hissediyorum." gözleri doldu, gülümsedi. "evine yeni ulaştı ama o sonsuz bir yolculuk için ceketini almak için uğramış sadece. anlatabiliyor muyum bilmiyorum, dilim daha fazlasına dönmüyor."
"bir şeyler anlıyorum ama ihtimal vermek istemiyorum." dedi taehyung sessizce. elini jimin'in sırtına koydu, onu kendine çekti. sormak istiyordu ancak jimin'in cevaplamayacağını da biliyordu. zaten sözlerinin üzerine tek kelime de etmemişti, bunu kelimeleri kullanmadan doğruluyordu.
"içimde bir şeyler sızlıyor taehyung," jimin avucunu taehyung'un göğsüne yasladı, yanağını da omzuna. arkadaşının kollarında olsa dahi üşüyordu. "hiç dinmeyecek."
"bir yolunu buluruz."
"bir yolu yok."
"pes mi ediyorsun?"
"gözlerinde gördüm." jimin dişlerini sıktı, taehyung'un göğsünün üzerindeki eli bir yumruk hâlini aldığında yeniden söyledi. "gözlerinde gördüm, kararından dönmeyecek."
"aşkından ölecek olsan bile?"
"aşkından ölüyorum zaten. ama evet, buna rağmen."
"jimin... benim canım..." jimin'e iyice sarıldı, boynuna akan yaşlar onu kahrediyordu ancak ona ağlama demenin hiçbir faydası olmayacağını da biliyordu. şimdi yalnızca yanında olduğunu hissettirebilirdi. yapabileceği belki de tek şeydi.
"dayanamıyorum dedi," jimin kesik nefeslerinin arasında söyledi. "dayanamıyormuş daha fazla. artık kal da diyemem. nasıl bu dünyaya sığmayan birine kal derim, taehyung? nasıl ondan böyle bencilce bir istek de bulunabilirim?"
"seni umutlandırmak istemem ama sevgi ne güçlü şey bilmiyor musun sen jimin?" taehyung sır veriyormuş gibi fısıldadı. "dayanamıyorum dediyse ona dayanması için neden ol. bırakmayacağım seni, de. hayır, gitmeyeceksin, de. beni sevmeyebilirsin ama bu hayatı sevdireceğim sana, de." biraz sessiz kaldı ve devam etti. "nedeni ne, onu bu denli hayattan koparan şey ne bilmiyorum ama her şeye rağmen yaşamak çabasız sahip olduğumuz tek şey. bunu güzelleştirmek onun elinde ve o bunu yapamıyorsa onun yerine sen yap." jimin'den uzaklaştı ve yanaklarını tutup kendisine bakmasını sağladı. arkadaşı öyle üzgün görünüyordu ki taehyung'un kalbi acıyla kasıldı. "bir daha jimin, ağzından ölümle ilgili uzaktan yakından hiçbir kelime duymak istemiyorum. bu sana yakışmıyor." onun yanaklarından öptü, saçlarını sevdi. "mücadele ettiğin şeyi bir başkasına yaşatmazsın."