15

115 13 4
                                    

"sana hasta olacağımızı söylemiştim," dedi yoongi cızırtılı sesiyle

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"sana hasta olacağımızı söylemiştim," dedi yoongi cızırtılı sesiyle. sırtını yatak başlığına yaslamıştı, üşümüş elleri jimin'in yaptığı bitki çayı dolu olan ve hala içinden dumanlar yükselen fincanı sarıyordu. gecenin bir yarısı yemekhanenin olduğu bölüme sızmış, malzemeleri sessizce araklamış ve cezvede kaynatırken üç kere yakalanma tehlikesi atlamıştı. bunları da yoongi'ye gülerek anlatmıştı ama yoongi, onun odaya girdiğindeki nefes nefese haliyle yeterince alay etmişti.

"ve ben de sana, sana bakacağım demiştim. görüyorsun ki ikimiz de sözlerinin arkasında olan insanlarız."

jimin'in de burnu hafiften kızarmıştı ama yoongi kadar yer yatak da yatmamıştı. ayaktaydı, arada bir hapşırıyordu ancak yine de gururundan hiç ödün vermeden yoongi'ye bakıcılık yapıyordu. ateşi çok çıkmamıştı ya da jimin çıkmasını önlemek için gereken her şeyi yaptığı için yoongi her zamankinden daha az hasta hissediyordu. arada gelen titremeleri, çokça hapşırmasını ve biraz pili bitmiş gibi göründüğünü saymazsak tabii ki.

"çay keskin ama ardında bıraktığı tat gerçekten insanı ferahlatıyor." bir yudum daha aldı, içi sıcacık olduğunda gözleri çok kısa bir an jimin'in içi boş olan fincanına takıldı. jimin nasıl bu kadar hızlı içmişti ki?

"annemin meşhur çayı. jiminie çayı derdi," jimin mutlulukla şakıdı. "daha küçükken her yağmur yağdığında çamurların içinde koşuşturur, yağmur dinene kadar ya da babam beni omzuna atıp zorla eve sokana kadar eve girmezdim. eh, hâliyle hasta olmadığım bir tanrı'nın günü yoktu. ilaç içmekten de nefret eder, evin içinde annemden köşe bucak kaçardım. sonra bir gün annem beni yatırmadan önce bu çayı yaptı, içine de biraz bal kattığını gördüğüm için hiç sorgulamadan içtim ve sabahında turp gibiydim."

"ve sen iyileşir iyileşmez sokağa fırlardın değil mi?"

"hey, yoongi-sshi..." jimin muzip bir tavırla "beni ne de çok iyi tanıyorsunuz öyle." dedi.

yoongi başını iki yana sallayıp güldü. dudakları yeniden fincana yaklaşırken "geleceği olmayacakmış gibi anlattın.." diye mırıldandı. daha çok soruyordu aslında.

"hm, annem ben bu yatılı okula gelmeden bir ay önce vefat etti. kanserden. yani evet, bu çaya jiminie çayı derdi ve onun ellerinden içtiğim son jiminie çayı da vefat ettiği geceye ait. yağmur yağmamıştı, üstüm başım çamur olmamış ve babam beni eve zorla sokmamıştı. yani hasta değildim." dudakları anlayışlı bir tebessümle büküldü, yatağından aşağı sallandırdığı ayaklarına baktı. "bir gariplik olduğunu anlamıştım. daha fazla mücadele edemeyeceğini hissetmiş olmalı."

yoongi sessiz kalmak istemiyordu ama ne diyebilirdi ki? o da sevdiği bir insanı kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordu ve jimin'i anlamaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. onu anlıyordu. kalbinin bir köşesinde bir oyuk oluştuğunu ve asla yerinin dolmayacağını biliyordu. hayatının her zamanında eksik hissedeceğini ve sonlu hayatında sonsuz bir özleme sahip olduğunu da biliyordu.

"sen ve baban, annenin vefatından sonra ne yaptınız?" diye sordu yoongi. jimin'in gözleri yeniden kendi gözlerini bulduğunda onun ne kadar kırılmış olduğunu ilk defa görebildi. sersemledi, dudakları aralandı yavaşça.

"babam anneme sırılsıklam aşık bir adam oldu her zaman, şu an bile, üç senenin ardından ve ilk günkü gibi." ayağa kalktı ve yoongi'nin elinden boş fincanı alıp yakalanmamak adına dolabının en köşesine itti. "annemin kaybı onu herkesin beklediği kadar etkiledi. tabutun başında içi çıkana kadar ağladı, yerleri yumrukladı ve gözü hiçbir şeyi görmedi. gömülene dek bir saniye olsun elini tabuttan çekmedi, o ana kadar bir şekilde ayağa kalkabileceğini ümit ediyordu belki de. delirdiğini düşünmüştü herkes, ben de öyle."

jimin, yeniden kendi yatağına dönmek yerine yoongi'nin yatağına geçti. onun ayak ucuna oturup sırtını duvara verdi.

"eve döndüğümüzde babamı izliyordum, diken üstündeydim neredeyse. annemi ben de kaybetmiştim ama babam beni öyle korkutuyordu ki, en son düşüneceğim şey annem olmuştu. hiç konuşmuyordu. mutfağa girdi, buzdolabından bir süt ve bal çıkardı. ne yapacağını anlamıştım. her gece uyumadan önce annem benim için ballı süt yapardı, yaz kış fark etmeden. eh, annem yoktu, bu nedenle babam yapıyordu. garip hissediyordum, mutfak kapısındaydım, içeriye adım atamayacak kadar gergindim. cezvenin başından bir saniye olsun ayrılmadı, annem gömüldükten sonra sessizleşmişti. sanırım beni geren de buydu." derin bir nefes aldı. yoongi onun bunları anlatırken o anı yaşadığını biliyordu. "ballı sütü her zamanki bardağa doldurdu, mutfaktaki sandalyeyi oturmam için çekti. işte o zaman harekete geçebildim. sandalyeye oturdum, bardağı elime aldım ve babamın göz hapsindeyken zor da olsa muhtemelen on dakika içinde bitirdim. bardağı masaya bıraktım, elimin tersiyle dudaklarımı sildim ve başımı kaldırıp babama baktım. olanlardan sonra gözlerimizin buluştuğu ilk seferdi, dizlerinin üzerine çöktü va bacaklarıma sarılarak kucağımda hıçkırarak ağlamaya başladı." jimin dizlerini kendine çekti, duvara yasladığı başını da yoongi'ye doğru çevirdi. "21 mayıs 1994, günlerden perşembe. annemin vefatından sonra ne mi yaptık? babama sorsan o tarihte kaldı, bana senden öncesini sorsan ben de aynı cevabı verirdim sana."

saniyeler bir bir akarken gözleri asla ayrılmadı, jimin onun gözlerindeki çaresizliği okumakta hiç güçlük çekmiyordu çünkü aynada her gün o gözlere bakıyordu. bir elini yatağa bastırdı, daha sonra dizleri yatakla buluştu. tereddüt etmiyordu yoongi'ye yaklaşırken. yanındaki boşluğa, bir süredir kendine ait olan o boşluğa sıvıştı. avuç içi yoongi'nin sağ yanağını öptü, dudakları ise sol yanağıyla buluştu. yoongi'nin kasları parmak uçlarında gerilirken dudaklarını teninden ayırmadan "babamı şimdi daha iyi anlıyorum." dedi. solukları yoongi'nin yanağını nemlendiriyordu. "beni yine zaman içinde sıkıştırma, yoongi min. ben başka bir tarihte daha kalmak istemiyorum."

stay | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin