20

150 12 25
                                    

odaya girdiği an "kalan iki haftayı bekleme

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

odaya girdiği an "kalan iki haftayı bekleme." dedi jimin. "aklında kendi ölümünü nasıl tasarladıysan işe koyul hemen."

yoongi'nin gömleğinin üzerinde olan elleri birkaç saniyeliğine dondu, gözlerini jimin'e çevirdi. onun çantasını yere bırakışını ve üzerindeki ceketinden bir çırpıda kurtuluşunu izledi. pencereye yönelişini, iki kanadı ayırışını ve yüzüne çarpan keskin soğukla derin bir nefes alışını izledi. sonra bir anda dönüp kendisine baktı.

"ne bakıyorsun?" jimin merakla sordu ancak yüzünde gizleyemediği haylaz bir gülümseme vardı. pencerenin kenarına kıstırdığı, namjoon tarafından sarılmış olan tütünlerden birini aldı. dudakları arasına yerleştirdi, cebinden kibrit kutusunu çıkardı. "ölmek istemiyor muydun? dayanamıyordun falan? öl işte."

"ne diyorsun, jimin?"

"er geç ölmeyecek misin yahu?" jimin güldü. "hazırladım buna kendimi, daha fazla sana acı çektirmek istemiyorum. dayanman gerekmiyor."

taehyung ile yaptığı konuşmanın üzerinden iki gün geçmişti ve bu süreç içinde yoongi'den kaçıp durmuştu. odaya gitmemiş, taehyung ile uyumuştu. sağlıklı düşünebilmek için yoongi'yi görmemesi gerekiyordu çünkü onu gördüğünde çarpan kalbinden kendi düşüncelerine odaklanamıyordu, bu yüzden ondan uzak durması gerekliydi. ve düşünmüştü, en sonunda da yoongi'ye büyük bir haksızlık yaptığına karar vermişti. yaşamasını istiyordu ama biliyordu ki yoongi'nin aldığı her nefes ciğerlerini kesecekti, tattığı her tat boğazında kalacaktı, gördüğü her yeni şey ile kendinden çok sevdiği abisinin de bunu görmesi gerektiğini düşünüp duracaktı. hayattan zevk almayacaktı. aynı babası gibi. annesinin ölümünden sonra babasının da ölmek istediğini biliyordu, hatta buna birçok kez yeltendiğini kendi gözleriyle görmüştü ancak her seferinde jimin için vazgeçmişti. bunu biliyordu, babası dizlerinin üzerine çöküp bir fotoğraf karşısında saatlerce ağladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi jimin'in önüne sıcak bir yemek koyduğunda bunu biliyordu. bir başkasının da kendisi için bu fedakârlığı yapmasını isteyemezdi, bu ağır bir yüktü ve jimin bu yükün altında kalmaktansa sonsuz bir kalp ağrısı yaşamayı yeğlerdi.

"seni suçlamıyorum," dedi jimin. "çok düşündüm. iki gün boyunca çok düşündüm yoongi," yerinde duramıyordu. normalde koku odaya sinmesin diye pencere kenarından ayrılmadan içerdi sigarasını ama şimdi odanın içinde dönüp duruyordu. inanılmaz bir enerjisi vardı o gün.  "seni suçlamıyorum, yemin ederim ki suçlamıyorum. sinirlendim, doğru, bağırdım çağırdım. ama sen de bana biraz anlayış göstermelisin, sevdiğini mezara koyma fikrinden nefret eden biriyim sadece. affet beni yoongi, sana sitemlenmiyorum ama sana sonsuz bir kırgınlık yaşayacağım, bunu bil."

bir nefes daha çekti zehirden, gözlerini yoongi'nin gözlerine çevirdi. dudakları konuşmaya devam etmek amaçlı aralandı yine ama sonra onları birbirine bastırıp gülümsedi. gözleri parlıyordu, en ama en içten gülümsemelerinden birini veriyordu yoongi'ye. sigarası parmak uçlarına kadar küçülünceye dek sadece onun yüzünü izledi, ezberlemek istercesine ama bu gereksiz bir çabaydı. unutmak kaçınılmazdı ve jimin onun yüzünü elbet unutacaktı.

"seni seviyorum, yoongi min." dedi. "beni incitecek olmana rağmen seviyorum ve sevmek benim tercihim olmasa da, beni incitmene izin vermek benim tercihimdi." jimin izmariti bıraktı bir kenara, parmak uçlarını birbirine sürttü. "tercihimden memnunum. seni tanımak, seninle uyumak, buluşan gözlerimiz, sohbetlerimiz ve bazen birbirine karışan kahkahalarımız- bu nadirdi ama onları da seviyorum. umarım sen de bu kısa hayatının bir parçasında beni tanıdığına mutlusundur, çünkü ben hiç bu kadar mutlu olmamıştım."

devamı gelmeyecek sözlerdi, yoongi'den bir karşılık beklemiyordu. bir kez daha gülümsedi ve ona arkasını dönüp formasını çıkarmaya başladı. sakin ve anlaşılır bir konuşmanın ardından ellerinin titrediğinin farkında değildi. kravatını çözüp yatağının üzerine attıktan sonra gömleğinin düğmelerine çözmeye başladı. bir tanesinde çok zorlandı, iki parmağı arasında kayıp durdu ama onu da çözdü. tuttuğu nefesi bırakıp omuzlarından sıyıracakken belinde bir dokunuş hissetti, donup kaldı. iki el, belinin kanarından kayarak karnında birleştiğinde ensesine çarpan nefesle tüm vücudu ürperdi.

"jimin..." yoongi alnını jimin'in ensesine yasladı. "jimin, jimin, jimin..." birkaç kez daha tekrarladı ismini çaresizce. "sana baktığımda kalbim acıyor."

"özür dilerim."

"vücudum buz kesiyor, üşüyorum."

"özür dilerim."

"nefes de alamıyorum."

"özür dilerim."

yoongi alnını jimin'in ensesinden çekti, onu kendisine çevirdi. ellerini yanaklarına sardı ve uzanıp alt dudağını dudakları arasına aldı. jimin'in irkildiğini hissetti saniye saniye, dirseklerine tutunan küçük elleri fark etti ve onun nefesini tuttuğunu da. buna öpücük denebilir miydi bilmiyordu, yoongi ilk defa birini öpüyordu ve bunu nasıl yapacağı konusunda bir fikri bile yoktu. iki dudağı arasında sıkışan kalın dudağı emdi ve sadece bir saniyeliğine geri çekildi. sonrasında aynı şeyi üst dudağına yaptı. yalnızca dudakları değil, şimdi tüm vücudu karıncalanıyordu.

"yoongi..." jimin'in titrek sesi ve kendisine doğru attığı bilinçsiz bir adımla birlikte hangi ara kapattığını bilmediği gözlerini araladı. gözleri parlıyordu ama bir yıldız gibi değildi, ateşin ta kendisi olmuştu. yoongi yutkundu, jimin'in elleri dirseklerinden omuzlarına, oradan da boynuna doğru sürüklendi ve bu kez jimin yaklaştı ona. dudaklarına dokundu hafifçe, emdi ve geri çekilip derin bir nefes aldı.

"bu haksızlık." jimin sinirle iç çekti. "beni öpüyorsun, sen tarafından öpülmek nasıl bir şey öğreniyorum ve bir başkasını öpmenin hayali artık midemi bulandırıyor. bir daha başkasını öpemeyeceğim. burada bencilin ben olduğumu sanıyordum ama asıl bencil olan sensin, yoongi. bana bunu yapmaya hakkın yoktu."

"özür dilerim." dedi yoongi çekingen bir şekilde. geri çekilir gibi oldu ama jimin buna izin vermedi.

"özür dileme, bunun bir önemi yok artık. sadece. sadece bir daha öp beni." yüzünü yaklaştırdı. "lütfen."

acemi dudaklar yeniden buluştuğunda artık hava o kadar soğuk değildi. yoongi, jimin'i dolaba yasladığında ve onun düğmeleri açık gömleğinin altından belini tuttuğunda, nefeslerini birer birer çaldığında ve sıcaklığını paylaştığında ayakları yere değmiyordu artık. zevk almıştı bundan. jimin'i öpmek balıkların arasında yüzmek gibiydi, kuşlarla birlikte kanat çırpmak, binlerce dilin konuşulduğu bu dünyada herkesin ağzından çıkanı net bir şekilde anlamak ve hatta anlaşılmak gibiydi. daha öncesinde böylesine özgür hissetmemişti.

ayrıldılar, nefes aldılar, yeniden karıştılar birbirlerine. defalarca ve defalarca kez. jimin'in gömleği omuzlarından düştü, yoongi'nin saçları bozuldu. yaptıkları şey yanlıştı, ikisinde de derin bir iz bırakacak anıdan başka bir şey olmayacaktı ama yine de açgözlü davranmaktan kendilerini alıkoyamıyorlardı. daha fazla, daha yakın, daha sıcak, daha ıslak, daha sen...

stay | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin