Hiçbir şey yok, gayet iyiyim. Yapmamam gereken tek bir şey var. Somon kabloyu kesmemek. Bu kadar basit kızım. Somon kabloyu kesme Hale. Somon değil. Somon yok. Evet, somon.
Gözümü kapatıp elimi kavanoza daldırıyorum, çeviriyorum, çeviriyorum, çeviriyorum. Nefesler tutuldu, tüm Türkiye tek yürek. Çekiyorum. Bom!
Somon değil dedim be kızım! Yüzde elli ihtimal var orada, orada mutlu olabileceğin yüzde ellilik bir ihtimal var. Koskoca elli ya. Ama yok. Ben gidip elimle koymuş gibi buluyorum mutsuzluğu. Bozuk mıknatıs gibi yanlış kutbu çekiyorum sürekli. İnsana sırf ateşli diye bu kadar da yüklenilmez be hayat?
Kağıtta yazan isme bakıyorum bir süre daha. Bakışlarımla yok olsun, değişsin istiyorum. Yine mi sen be adam? Kim koydu bunu buraya kardeşim?
Böyle bir şey elde edemeyeceğimi kabullenince son seferinde dili yanan başkasıymış gibi kağıdı usul usul katlayıp çaktırmadan geri atıyorum kavanozun içine. Bir şey olmaz canım, hurafe hep bunlar. Olması gerekiyormuş ki olmuş olanlar, bununla ne ilgisi olsun?..
Hem bir kez daha çeksem ne kaybederim ki? İşte bu. Bu yetiyor. İkna etme ve yüreklendirme konusunda değme yaşam koçlarına, doçent psikiyatristlere, uzman terapistlere şapka çıkarttıracak o son sorudan ihtiyacım olan gazı alıyorum. Sen neredeydin şimdiye kadar? Bir saat yok yere konuştuk. Bir kez daha çekiyorum, aynısı geldiyse diye yüreğim ağzımda açıyorum kağıdı.
Çok şükür! Değil. O değil. Ramazan. Bekle Ramazan. Bekle dedi gitti, ben beklemedim Ramazan. E olur. Okay. Ben hep seni bekledim zaten Ramo. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum hatta istersen telefonun başında çaresiz de bekliyor olurum. Beklenir nedir yani? Çocuk bir bekle dedi diye çok abartmıştım zaten canım. Doğru zamanı bekliyorduk belki. Sorunlarım var diyorum kızım bekle biraz değil de, dur o zaman sen bekle ben askerliği yapıp bir iş bulayım direkt evlenirizdi o.
*
Ders geçip gitmemiş de üzerimden geçmiş gibi bir yorgunluk çöküyor, hocanın evet arkadaşlar burada bitirelim bugünlük sözüyle birlikte. Ama hayat kısa, yaşımız genç, işimiz gücümüz yok o yüzden eşyalarını toplayan İdil'e dönüyorum. "Bir kahve yapar mıyız İdo?"
Suratındaki meymenetsiz ifade hemen dağılıyor sırıtarak göz kırpıyor bana, "Yapmazsak ayıp, hadi!"
İkimiz de toparlanmış tam sınıftan çıkıyorken kolumdan tutuluyorum. Üstüme iyilik sağlık, arkamı dönmemle Ramazan'ı bana bakarken buluyorum. Ne alaka ya?
"Hale, müsaitsen iki dakika konuşabilir miyiz?"
Biz? İkimiz? "Şimdi mi?"
"Evet."
Bir İdil'in şaşkın suratına bir Ramazan'a bakıyorum, "Peki, dinliyorum."
Sıkıntıyla eli ensesini buluyor. "Daha sakin bir yere geçsek."
Ondansa İdil'e baktığımı görünce hemen ekliyor, "Çok sürmez, İdil'in yanına bırakırım ben seni sonra."
İdil de ben de sessizce neyi olduğunu tam da bilmeden Ramazan'ı onaylayıp inşallah sonra buluşmak üzere ayrılıyoruz. Sonra Ramazan'la neredeyse boşalmış olan kantindeki masalardan birine geçiyoruz. O sıkıntıyla sağa sola bakarken benim sabrım taşıyor. Susmaya mı geldik ya? Zaten canım çıkmış.
"Hadi Ramazan."
İrkiliyor sesimi duyunca, uyandırdık mı paşam? "Ha. Şöyle. Hale ben farkındayım. Yani ben senden hoşlanıyorum. Bakışlarından falan belli. Belli ki sen de benden hoşlanıyorsun. Ben anlarım çünkü. Yani senden o elektriği almasam buraya böyle karşına gelmezdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
(Ben) Evlenmeden Olmaz (Tamamlandı)
ComédieAbla olmak kolay değildi. Eş dosttan gördüğüm kadarıyla hele de erkek ablası olmak, daha da zorluydu. Belli bir yaştan sonra yalnızlığın da pek matah bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim ya, hadi o benim seçimim olsun. Ama bekar büyük görümce olmak mı...