BEDEL"Anlarsın ki; aslında kimsenin farkı yok kimseden.
Sadece biri daha iyi yalan söyler, biri daha iyi oynar oyunu."
CAN YÜCEL
Yaşananların üzerinden 3 gün geçmişti. Kapım hiç ummadığım bir anda aniden açıldı. Şaşkındım. Cezamın daha uzun süreceğini düşünüyordum ve bu durum beni içten içe kahrediyordu. Kapıdan dışarıya doğru adım attığımda Mervan'ın merdivenlerden aşağıya indiğini gördüm. Affetmiş miydi beni? Bu kadar mıydı öfkesi? Geceliğimi çıkarıp beyaz uzun bir elbise giydim. Saçlarımı tarayıp pembe tonlarında hafif bir makyaj yaptım. Usulca merdivenleri inerken tahmin ettiğim o manzara ile karşılaşmam uzun sürmedi. Gri, büyük koltuğuna oturup keyifle kahvesini yudumluyordu. Kararsız adımlarla bulunduğu salona yöneldim. Geldiğimi fark ettiğini adım gibi biliyordum; ama sırf beni kızdırmak için umursamazlık kisvesine bürünmüştü yine. Bir süre daha beni görmezden gelerek elindeki bilimsel dergiyi kurcaladı. Alışkın değildim bu tavırlara. İlgiyle tepeleri çıkartılmış bir kadın olarak göz ardı edilmek zoruma gidiyordu. Sevilmeyi bilirdim ben; onun tarafından azarlansam da hiçbir zaman yok sayılmamıştım. Elbette adıma verdiği kararları saymazsak...
Bakışlarının gözlerime değmeyeceğini anladığımda usulca koltuğa yerleştim. Koltuğun diğer ucunda küskün ve kızgın tavırlarına devam ediyordu. Akşamın ilerleyen saatleri olmasına rağmen oldukça bakımlı ve iyi görünüyordu. Siyah takım elbisesi ve parlak deri ayakkabıları bedeninde ait oldukları yeri almıştı. Bir süre bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Yandan uzun kirpiklerinin her bir hareketini, gözaltlarına düşürdüğü gölgeleri görebiliyordum. Yüzü kaskatı olmuştu. Mimiklerine bakan suratındaki sevimsiz ifadeden acı bir bitki kökü çiğnediğini sanırdı. "Üzgünüm!" diye fısıldadım. Başını okuduğu bilim dergisinden kaldırdı. Gözlerini birkaç kez kırpıp yüzünü çevirdi. Kendisinden af dilemem alışık olduğu bir durum değildi. Genellikle ben kızıp bağıran asi taraftaydım; o ise zapt etmeye çalışan zorba koca rolünü oynardı. Dergiyi savururcasına sehpaya fırlattı. Ayağa kalkıp cam duvara geçti. Bunu bir işaret sayıp peşinden ona yöneldim. Beni bu saçma bedellerden kurtaracak anahtar sözleri söylemeliydim; daha fazla kimsenin benim yüzümden acı çekmesini kaldıramazdım.
"Çocuklarımızı tehlikeye atmamalıydım. Kendimden önce onları düşünmeliydim." Özrümü kabul etmiş gibi durmuyordu. Yüzünde belli belirsiz merhamet kıvılcımları çaksa da kin maskesini bir türlü çıkarmamıştı. Acı çekiyor olmamı umursamıyordu besbelli. Gururum bu tavrını daha fazla kaldıramadı ve hızla yerimden kalkıp merdivene yöneldim. Odama çıkmak ve onun ukala tavırlarından olabildiğince uzaklaşmak istiyordum. Hiç ummadığın bir anda adımlarım sendeledi ve gözlerim o acıklı manzarayla tükenerek kucaklaştı. "Makbule Hanım... " Kendilerine kalacak yer bulmaları 3 günlerini almıştı ve ne yazık ki Mervan onları daha fazla bu evde tutmayacaktı. Dilan, dolu dolu olmuş gözleriyle bana hüzünlü bir bakış attı. Mervan'ın bana çevrilen bakışlarının arasında ellerindeki çantaya uzandım. "Gitmeyin ne olur! Sinirlendiği için söyledi her şeyi. Burası sizin de eviniz. Evinizi bırakıp nereye gidiyorsunuz?"
"Yapma kızım! Zorlaştırma her şeyi daha fazla; artık burada kalamayız." Yaşlı ellerini ellerimin üzerine koyup şefkatle okşadı. "Hakkını helal et! " Gözümden dökülen o bir damla yaş, rotasını şaşırıp dudaklarımın kenarından süzüldü. Ummadığı bir anda boynuna sımsıkı sarıldım. "Bana ana gibi oldun. Gitme ne olur, beni burada yapayalnız bırakma. Senden başka tutunacağım kimsem kalmadı. " Yaşlı elleri belimi kavradı. O da gözyaşlarını tutamıyordu. Hıçkırıklarım omuzlarının üzerinde şefkatine ulaşırken; içimde binlerce sızı peyda oldu. Bitip tükenmek bilmeyen o zalim kahrıma engel olamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN
RomanceDipsiz bir uçurumun en kırç yamacını mesken tutmuş avare bir sevdanın haykırışlarını dinliyordum. Beni siyah, deli gözlerinin harelerine hapseden adamın çocuklarını taşıyordum. O mühürlü siyah gözlerin hem tutsağı hem celladıydım. Biliyordum ben onu...