Medya : ömrüm (motive)
Yalnızlık... Çok düşünüyordum. Yalnızlık neydi? Kalabalık bir evdeydim. Hizmetkarlar, Bakıcılar, kâhya, bahçıvan ve daha fazlası... Çok mutsuzdum. Uçsuz bucaksız bir vadide ölüme terk edilmişçesine paramparça bir yalnızlığı soluyarak kurtuluşumu bekliyordum. O mutluluğun hayali bile uzak hatta imkânsız gibi geliyordu. Beni anlamayan piyonların arasında bağırıp sesimi duyurmaya çalışıyordum. Herkes acayip bir memnuniyet maskesi takmış umutsuzca yaşayıp gidiyordu. Okulda geçirdiğim 1-2 hafta bana farklı hayatları keşfetme imkânı vermiş; tabiri yerindeyse gözümü açmıştı. Artık ben de biliyordum; yanlış ve tuhaf olan bizdik.
Babamın otoritesinde gölgelendirdiği korkunç bir gazabı; annemin dilinin ucuna bile getiremediği ruh tüketen bir gizi vardı. Sevmiyorlardı beni. Neden? Bunu sorgulamadığım tek bir gün bile geçirmiyordum. Neden sevilmiyor, önemsenmiyordum sanki? Tüm bu soruların bir cevabı yoktu; benim de bunları sormaya cesaretim olmayacaktı. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp aşağı indim. Artık okula gitmiyordum. Bunun yerine hocalar bana birer ikişer geliyor; derslerimi anlatıp bir bağ kurmaksızın çekip gidiyorlardı.Zeki bir çocuktum. Derse hevesli bir yapım olmamasına rağmen bir dinlediğimi hemen kapar kolay kolay da unutmazdım. Babam bakımıma göstermediği ilgiyi derslerime gösteriyor; özellikle matematik ve fen derslerine ayrı bir önem veriyordu. Almanca ve İngilizce dışında Fransızca da öğrenmiş; en iyi hocalardan sayısal dersleri alıp kendimi yaşıtlarımın çoktan önüne geçirmiştim. Öğretmenlerim kıvrak zekama hayran kalmıştı. Onlar beni babamın yanında methettikçe özgüven konusunda daha da ilerlemiştim.
Babamın benimle gurur duyması hayatta en çok istediğim şeydi. Kendimi kanıtlama fikri benliğimdeki yegâne arzu olmuştu. İyi olacaktım. Her geçen gün daha iyi olacaktım. En iyi olacaktım ki babam beni sevsin. Babam ilk defa evladıyla gururlansın istiyordum. Bir gün gerçekten beni kabullenip bağrına basacaktı. Buna olan inancımı asla kaybedemezdim. Yaşama sebebim oluyordu bu beklenti.
Artık 12 yaşındaydım. Yavaş yavaş bedenim şekillenmeye, çatallanarak da olsa sesim kalınlaşmaya başlamıştı. Babam yediğim içtiğim her şeyle ilgileniyor; gürbüz, bakımlı bir çocuk olmam için herkesi seferber ediyordu. Antrenörler yoğun antrenmanlarla güçlü ve şekilli bir fiziğe sahip olmamı sağlamıştı. Bu yıllarda savunma sporları normal derslerimin önüne geçmişti. Babam o gün okul derslerinden sonra beni bahçeye çıkardı. Yerdeki minderler daha ilk bakışta ilgimi çekmişti. Orta yaşlı, kır saçlı bir adam bizi görünce hürmetle babama yaklaşıp elini öptü. Aynı karşılığı aldığımda bu durumu ilk sefer olduğu gibi tuhaf karşılamadığımı fark ettim. Galiba Beylik taslamaya yavaş yavaş alışıyordum. Karşımda eğilip bükülmeleri normal gelmeye; hatta tuhaf bir gurur vermeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN
RomanceDipsiz bir uçurumun en kırç yamacını mesken tutmuş avare bir sevdanın haykırışlarını dinliyordum. Beni siyah, deli gözlerinin harelerine hapseden adamın çocuklarını taşıyordum. O mühürlü siyah gözlerin hem tutsağı hem celladıydım. Biliyordum ben onu...