AĞARAN
"Kalp ruha der ki: Ben severim, âşık olurum; ama acısını nedense hep sen çekersin.
Ruh da cevap verir: Sen yeter ki sev!"
ŞEMS TEBRİZİ
Aidiyet... Ayların farkında olmadan içimdeki huzursuzlukla cebelleşiyordum. Yeniden mutlu olabileceğime dair bir olasılık taşındığında, hiçbir şeyin boşuna olmadığını, insanların da hayvanlar gibi belli bir zamandan beri ait olduğunu şaşırarak gördüm. Karadeniz'de ikinci günümdü. Ailemin yanındaydım. Gözyaşları içinde istediğim bu ev, yeniden bana kucak açmış; umut dolu bakışlarımın efkarını yaşıyordu. Hiçbir şey Diyarbakır'daki kadar parlak, pahalı ve cafcaflı değildi; ama bu mütevazi dünya benim yeşerdiğim ve mutlu olmayı başarabildiğim tek yerdi. Zihnimin kuyularında kaybolduğum o aylarda ummaktan ve düşmekten vazgeçemiyordum.
Küçük şeylerle yaşayabilmek insana çok şey mutlu ediyordu. Hayatta hayattan, içtiği çaydan, soluduğu havadan bile lezzet alıyordu insan. Bazen de öylelerine rast gelirdim ki dünyayı ısırıp elma gibi yutsa doymaz, her şeyi en çok, en güzelini ister, sahip olduğunda da "Daha yok mu?" derdi. Belki de sahip olunan kısıtlamaların yargısını sürdürmekte olduğu işin sırrı. Tembelliği değil azmi baz almalıydı insan. O zaman aşılmaz denilen dağlar aşılır, geçilmez denilen yollar su olup akardı önümüzde. Geriye nefretle kasılan yüzler değil, mutluluk selamlayan dudaklar kaldı.
Ailemi arkadaşlarıma çok sevinmiştim. Onların da yakınlığımdan mutlu olduğunu sezebiliyordum. Ne yazık ki Mervan'ın varlığına karşı duyulan huzursuzluk ve endişeler fark edilmeyecek gibi değildi. Haklıydılar ne yazık ki! Mervan, beni bir an olsun yalnız bırakmıyor, tıslanır tarzdaki zincirlerimi onların yanında da çekiştirmekten vazgeçmiyordu. Normal bir çift gibi olamadığımızın mülkiyetiydiler. Kimsenin sesini çıkarmasa da başta abim olmak üzere herkes alarm halindeydi. Sanki en ufak bir itişmede tehlike çanları, ölüm sirenleri çalacakmışçasına tedirgindim.
Kahvaltıdan sonra Mervan, salonda bir şeyler yemeyi tercih etti bugün. Göz ucuyla beni takip edeceğine, baba evinde bile başıboş bırakmayacağını. Bana güvenmemesi gerektiğini anlamıştı. Her bir işimizin aleyhine çevirmemden endişeleri vardı. Annemin ortalığını toparlarken balkona baktım. Bakışlarım saniyeler içinde kederle kıvranan abimi korumaktu. Ahşap, eski bir sandalyeye kalkmış, elindeki sigarayla uzaklardaki karlı dağları izleyendu. Ne kadar mutsuz olduğunu görüyorum; yürütücülük hislerini tahmin etmekse hiç zor değildi. Usulca yakınım. Gözlerini bana çevirmeye bakıyor olabilirler. Sanki her bir patlama yaşıyor ve ondan beklediğim korkunç sözler ve yumrukları art arda sıralayacaktı. Böyle bir şeyin olması asla istemezdim. Buraya ağ gelip geçerek gitmeyi arzu edebileceğim bir mutlu şey değildi. Yanına biraz daha yaklaşıp benimle konuşmasını umdum. Artık bir şey demeliydi. Ondan gelecek bir dokunuşa, tatlı bir söze öyle ihtiyaçlarıtım ki her an dizlerine kapanıp umut ve sevgi dileyerek ağlayabilirdim. Sevmiyor musun beni? Bu evden gidip, gelin gördükten sonra bir önemim kalmamış, onun için? Yo, hayır dedi iç sesim. Vazgeçmek, silip atmak bu kadar kolay olamaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN
RomanceDipsiz bir uçurumun en kırç yamacını mesken tutmuş avare bir sevdanın haykırışlarını dinliyordum. Beni siyah, deli gözlerinin harelerine hapseden adamın çocuklarını taşıyordum. O mühürlü siyah gözlerin hem tutsağı hem celladıydım. Biliyordum ben onu...