KRİZ
"Doğuştan gelen bir kusurumuz var;
hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz."
ARTHUR SCHOPENHAUER
Baş dönmeleri, baş ağrıları, sürekli görülen kabuslar hayatımın vazgeçilmezi olmuştu. Makbule Hanım ve Dilan gittiği günden beri kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Sanki tüm hayat enerjim bitmişti. Artık yavrularımı dünyaya getirecek olmak bile yüreğimdeki kasveti engelleyemiyordu. Bazen sebepsiz bir ağlama isteği yüreğimde peyda oluyor; hıçkırıklar içinde yatağımda debelenip duruyordum. Bazen de öfke nöbetleri geçiriyor; hırsın ve nefretin kıskacında kasvetli bulduğum bu evi kendime daha da mezarsı bir hale getiriyordum. İçimde her geçen gün biraz daha büyüyen kahredici bir mutsuzluk vardı ve ne yapsam bu yıkık rıhtımdan kurtulamıyordum. Yüreğimin daha da boğulduğunu hissettiğimde biraz hava almanın bana iyi geleceğini düşündüm. Üzerime pudra rengi bir elbise geçirip bahçeye indim. Mervan'ın hazırladığı sera hâlâ beni bekliyordu. Çiçeklerimle uğraşmak biraz olsun iyi hissetmemi sağlayabilirdi. Orada kendi gerçeğimden kaçmak için bol bol iş ve sorumluluk bulunuyordu. İhtiyacım olan şey düşünmemek için zihnime ayak bağı olacak bir yığın uğraştı.
Usulca merdivenleri inip etrafta dolaşmaya başladım. Dicle ve Melek etrafımda koşuşturarak dolaşıyordu. Onlara gülümseyip başlarını okşadım. Dicle'nin çığlık çığlığa söylediği oyun şarkısı çok hoşuma gitmişti. Onlar cıvıldaşırken etrafıma tehlikeyi sezmiş gibi göz gezdirdim. Gördüğüm manzara hiç de hoşuma gitmemişti. Nazende Hanım; Gülnaz ve Raziye Hanım'la kış bahçesinde oturuyordu. Yanlarından umursamazca geçip müştemilata gitmek istedim ve ne yazık ki onlardan kurtulacak kadar şanslı değildim. "Nazar Hanım!" Bu Berfin'in sesiydi. Bana eliyle buyur işareti yaptığında çaresizce onlara yöneldim. Adımlarım yaklaştıkça hırstan şakaklarımın terlediğini hissedebiliyordum. Oymalı ahşap koltuklara oturmuş sabırla kendilerine gelişimi seyrediyorlardı. Koltukların siyah olması, onların yarasa gibi sinsi bulduğum tavırlarına paha biçilemeyecek kadar çok uymuştu. Misafirlerimizin(!) çekilmez bakışları arasında gerek varmış gibi "Hoş geldiniz!" dedim. Nazende Hanım, kibirli duruşunu bozmaksızın, "Hoş bulduk Gelin Hanım!" diye tısladı. Kahverengi gözlerindeki kalın sürme detayı, onu bir kobra yılanına benzetmeme sebep oluyordu. Kısık, çekik gözleri ne derece sinsi bir kadın olduğunu ortaya koyacak kadar samimiyetsizdi. Üzerine geçirdiği siyah, dökümlü elbise ve başındaki şal bir Bey hanımı olduğunu ele veren birer detaydı. Makbule Hanım'ın aksine eşarbını başının bir kısmını açıkta bırakacak tarzda örtmüştü. Tırnakları ojeli, dudakları ise kan yemiş gibi kıpkırmızıydı. Ağır makyajının onu olduğundan daha yaşlı gösterdiğini itiraf edebilirdim.
"Bebeğin hayırlı olsun. Allah analı babalı büyütsün!" dedi sinsi bakışlarıyla karnımı tararken. Sözlerinin samimiyetine zerre kadar inanmıyordum. O yüz, o mimikler asla iyi bir niyete kapı aralamazdı. Ellerim, bakışlarının hengamesinden çekinip karnıma ilişti. Onlardan koruma dürtüsüyle bebeklerimi gayriihtiyari okşayıp, saklamıştım. "İyi dilekleriniz için teşekkür ederim!" Yalancıktan bir gülümsemeyle dudaklarım kıvrıldı. Beni baştan aşağıya süzmeleri ilk tanıştığımız günden bu yana hiç bitmemişti. İçten içe kızıyla kıyaslandığımı bilmek oldukça huzursuz ediciydi. Gurbette olduğum düşüncesi ise yüreğimin sancılanmasına sebep oluyordu. Annem ve ablam ne yazık ki burada bana kol kanat geremiyordu. Ah dedim içimden. Ne vardı kızlar gurbete gelin gidip öksüz gibi yaşamasaydı. Sılanın derdi bir başka yakıyordu insanı. Bunu ancak benim gibi çekenler bilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN
RomanceDipsiz bir uçurumun en kırç yamacını mesken tutmuş avare bir sevdanın haykırışlarını dinliyordum. Beni siyah, deli gözlerinin harelerine hapseden adamın çocuklarını taşıyordum. O mühürlü siyah gözlerin hem tutsağı hem celladıydım. Biliyordum ben onu...