3. Bölüm: SAVAŞ

61 4 0
                                    




Merhaba arkadaşlar hikâyemiz kaldığı yerden devam ediyor. Kitap tamamlandı. bu sebeple düzenli bölümler atmaya çalışacağım. Hoşçakalın. Yorum yapıp yıldız atmayın unutmayın. :)








SAVAŞ

"Neden yorgunsun sorusuna cevap aramaktan ve bunu

Sormasınlar diye gülümsemekten yoruldum."

CEMAL SÜREYA

    Hazırladığım çorbayı ve yemekleri tepsiye yerleştirdim. Artık her şey hazırdı. En sevdiği yemekleri yapmış ve en sevdiği kitabı hazırlayıp odasına doğru çoktan yol almıştım. Tepsiyi şifonyerin üzerine bırakıp kapıyı tıklattım. İçeriden gelen homurdanma müsait olduğunun habercisiydi. Kapıyı açıp tepsiyle odaya girdiğimde tekerlekli sandalyeyi çevirip buruk bir tebessümle bana baktı.

   "Bugün çok iyi görünüyorsun." Gözlerini bir kez kırptı. Bu aramızda onaylama anlamına gelen bir işaretti. İki kez kırptığında ise konuyu reddettiğini ya da olumsuz bulduğunu anlıyordum. Olabildiğince neşeli görünmeye çalışıyordum. Dün olanlardan duyduğum hüznü gizlemek en iyisiydi. Onca sıkıntısının içinde bir de bana üzülmemeliydi Korkut abi. "En sevdiğin yemekleri yaptım. Umarım beğenirsin!" Hızla perdelere yöneldim. Camları bir çırpıda açıp temiz havanın odaya doluşunu hissettim. "Kuş cıvıltılarını duyuyor musun?" Gözlerini kırpıp beni başıyla onayladı. Bakışlarındaki umudu görmek yüreğimdeki çiçekleri bahar kokusuyla yeniden açtırmıştır.

    "Bahar geldi, havalar iyice ısınmaya başladı artık! Hadi bakalım, yemek zamanı!" Sandalyeyi yanıma çekip elimdeki tepsiyle üzerine oturdum. Çorbasını biraz daha soğuması için birkaç defa karıştırdım. Kaşık dudaklarıyla buluşurken yüz ifadesinden beğendiğini anlıyordum. Dudaklarının kenarındaki yemek lekelerini silip yavaş yavaş yedirmeye başladım. Kendisi ile ilgilenmemden oldukça hoşnut oluyordu. Bu evde ona gerçekten değer veren pek az insandan biriydim. Sağlığını ve ilaçlarını çok önemsiyordum. Fizyoterapiye gittiğinde gelişimini takip ediyor ve daha iyi olması için elimden ne gelirse yapıyordum.

    Yemek ve tatlı faslı bitmiş sıra hazırladığım meyve tabağına gelmişti. Güçten düşmemesi için ufak bir vitamin deposu ona şarttı. Mandalina yediğinde dudaklarının kenarından akan suları peçeteyle sildim. Bunu her yaptığımda mahcup olduğunu biliyordum. Kendisine küçük bir çocuk gibi bakmamdan rahatsız oluyordu. Yıllarca birilerinin desteğiyle ihtiyaçlarını görmüş; ama yine de muhtaçlık psikolojisinin ağır yüküne alışamamıştı belli ki. "Mandalinalar da pek suluymuş. Sezon sonu bunlar; artık yaz meyveleri düşer tablalara." dedim. İlaçlarını içirip ona aldığım naneli sakızdan bir tane uzattım. Küçük bir homurdanma eşliğinde yavaş yavaş çiğnemeye başladı. Bu çene kaslarını daha da hareketlendirecek ve dolaşımını hızlandıracaktı. Güçlenen kaslar çiğneme ve konuşma konusunda biraz da olsa ona yardımcı olabilirdi.

    Doktorunun öğrettiği hareketleri vücuduna uygulamaya çalışarak egzersiz yapmasına yardım ettim. Yaklaşık bir saatlik çalışmanın neticesinde yorulduğunu anlayıp onu rahat bıraktım. O dinlenirken bir süre bakışlarım camdan bahçeye süzüldü. Düşünüyordum. Yapayalnız kaldığım bu evden nasıl kurtulabileceğimi beynimi yumruklarcasına düşünüyordum. Doğumdan önce bunu bir şekilde başarmalıydım; aksi halde kaçışım gitgide imkânsız bir hâl alacaktı. Belgeler artık bende değildi; kayıtlarımı tuttuğum telefon da. Orada kaybetmiştim. Depoya geri dönüp belgeleri geri alma şansım olamazdı. Tam olarak nerede olduğunu bile hatırlamıyordum ve belgelerin hâlâ orada olduğuna dair bir dayanağım da yoktu.

HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin