21. episode

134 7 10
                                    







"Nasıl bir his biliyor musun?
Oda çok geniş ama sığamıyorsun, bak kapı orada ama çıkamıyorsun, pencere açık ama nefes alamıyorsun."

Cemal süreya








•••

Marius zilin çalma sesini duyduğunda, kimin geldiğini bilmediği ve birini beklemediği için garipsemişti. Bildiği kadarıyla dışarıdan yemek de söylememişti. Komşularla herhangi bir ilişkisi de yoktu. Annesi ve babası ülke dışındaydı, bir haftalık tatile gideceklerini söylemişti ama çok inandırıcı değildi. Bu yoğun dönemlerinde tatile gittikleri görünmemişti. Abisi ise şehir dışında arkadaşını görmeye gitmişti, birkaç güne dönerdi. Yani onlar olamazdı. Arkadaşları da gelmeden mutlaka haber ederlerdi. Kapı'nın önünde durdu ve açmadan önce kapı deliğinden baktı. Kimseyi göremeyince, kapıyı açtı. Açar açmaz önüne düşen iki adam yüzünden az daha çığlık atacaktı. Elini ağzına götürürken dehşet içinde kalmıştı. Kalp atışları hızlandı ve vücudu gerildi. Birkaç dakika kendine gelemedi. Zhan ile Yibo'nun neden kapısındaydı? Kim bırakmıştı? İki adamın arasından geçip binanın koridoruna girdi, merdivenlerin orada birinin olup olmadığına baktı. Etrafta kimsecikler yoktu. Gelen kimse, bırakıp kaçmıştı. Geri dönüp yere eğildi ve nefes alıp almadıklarını kontrol etti. Neyse ki, yavaş da olsa, nefes alıyorlardı. Kan revan içinde kalmış olmaları çıldırmasına yeter ve artardı bile.

"Ne olmuş size böyle?" derken Yibo'yu kaldırmak için uğraştı.

On beş dakika kadar sonra ikisini de kendi yatağına taşımıştı. Yibo'yu sola, Zhan'ı sağa yatırmayı başardığında kendini yere attı.
Kapısına bırakan kişinin üçünün de tanıdığı biriydi besbelli. Yibo'nun çetesindekiler olamazdı, öylece bırakıp gitmezlerdi. Zhan'ın arkadaşları yoktu. Başka kim kalmıştı? Birkaç gündür görüşemedikleri için de neler olduğunu, neden bu halde olduklarını bilmiyordu.
Nefeslenirken elini kalbine götürdü.

"Sizi taşıyorken ölüyordum. Uyanınca bunun hesabını vereceksiniz!" dedi. Ardından yerden kalktı ve konuşmaya devam etti. "Ama önce sizi bir güzel sarmalıyım, en azından dikişsiz olanları."

Banyoya gidip ilkyardım çantasını aldı ve odasına geri döndü. Tek başına nasıl halledeceğini düşünürken aklına Gongjun geldi. Keşke burada olsaydı, diye düşündü. Çağırabileceği pek birinin olmadığını düşününce kendisinin halletmesi daha akıllıca olacaktı. Zhan'ın elleri yanmış gibiydi. Çantayı komodine bırakıp Zhan'ın ellerine dokundu. Kabarcık gibi şişmişti bazı kısımları. Kabarcıklara dokunmayı kesti ve eşofman'ının cebinden telefonunu çıkartıp Gongjun'u aradı, birkaç çalışta açmıştı.

"Ne haber Gongjun? Çinde misin?" dedi Marius.

"İyidir, evet, hâlâ Çindeyim. Senden ne haber?" dedi Gongjun.

"İyiydim, birkaç dakika öncesine kadar. Müsait miydin bu arada?" dedi Gongjun.

"Ne oldu? Müsait'im." diye cevap verdi Gongjun.

"Çok ayrıntılı sorma amabir şey öğrenmem gerek. Nasıl dikiş atabilirim ve bir yanığın kaçıncı derece olduğunı nasıl anlarım?"

"Birine bir şey mi oldu Marius?" diye sordu Gongjun.

"Bu kısımları sonraya saklasak olur mu?"

Hemen cevapları almak daha önemliydi.

"Dikiş atmak, iğneyle bir şeyleri dikmek gibidir, becerikliysen yapabilirsin değilsen yapmanı önermem."

秘密书 | Secret BookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin