20. Episode

123 9 5
                                    


"Sözcüklere gerek kalmadan beni anlayacaklarını sandım."

V. Van Gogh

----

Kaçırılıp bu ıssız yerdeki binanın 5. Katında tutulan dört arkadaşın gördüğü şeyler pek de iyi şeyler değildi. On adım kadar ötelerinde, koyu mavi renginde büyük bir varil, içerisinde cayır cayır yanan odunlarla etrafı ısıtılmak için konmadığına eminlerdi. Metal bir çubuk vardı içinde. Hiç çıkarılmamıştı, çıkarılmamasını ümit ediyordu hepsi.

Yibo, vurulan yüzündeki acıyı hissedemez olduğunda Lay, takım elbiseli adama durması işaretini verdi. Adam, Yibo'nun üzerinden kalktığında, Yibo zar zor arkadaşlarının bağırtılarını duyuyordu. Beyni uyuşmuştu ve aldığı darbeler yüzünden hiçbir şey hissedemez olmuştu. Kendine kalkması gerektiğini söyleyip dururken fazla bir zaman harcamıştı. Yaralı olan kolunun üzerinden yüz üstü dönüp ayağa kalkmaya çalıştı. Kemikleri titreye titreye ayağa kalktığında biraz ilerisinde yerde yığılıp kalmış olan Zhan'ı gördüğünde tekrar aklını kaybetti. Sol kolu biraz daha geride yayı tutarken, sağ elinde keskin oku vardı.

Adım atsa yanına ulaşacaktı ama yapamadı. Onun yerine kafasını kaldırıp Zhan'ın ayaklarının başında olan kişiye baktı. Kahve paltosu, elindeki ahşap asası, belindeki silah, düzgün taranmış saçı ve kıyafetleriyle acıyan gözlerle kendisine bakıyordu. Zhan'ın sağ ayağının üzerinden geçip yavaş adımlarla Yibo'nun karşısına kadar geldi. Anlında hissettiği sıcaklığın kan olduğunu anlaması kısa sürmüştü. Hisleri az da olsa kendine gelmeye başlamıştı. İki elini de asasına koyup önünde tuttu. Dimdik duruşu yıkılmaz dursa da iğrenmişti, onu görünce. Yanında silah olmadığı için lanet etti kendine. Belinden çıkarıp vurabilirdi. Karşılıklı durduktan sonra yan gözle Zhan'a baktı, yerde kıpırdamadan duruyordu.

Ne kadar salak olduklarını o an biraz daha farkına vardı. Yolda silahını alıp öyle gitmesi gerektiği hiç aklına gelmemişti çünkü duygularını kontrol edememişti. Nefret ediyordu bu durumdan. Lay kafasının yanına kadar yürüdü, başını kaldırıp aşağıdan ona bakacaktı ama buna izin vermeden; ayağını kafasının üstüne bastırdı. Acıyla inledi. Ayağının altındaki yüzü biraz daha bastırdı. Yeterince tatmin olduğunda ayağını çekti. Arkasındaki iki koruma Yibo'nun kollarından tutup kaldırdılar; yüzü kanamıştı, gözleri kapalıydı ve baygın gibiydi, doğru düzgün ayakları yere basmıyordu.

"Sana çok değer verdiğimi biliyorsun değil mi?" dedi Lay.

Kafası yere doğru eğikti ve ağrıdan kaldıramıyordu. Ağzındaki kanı tükürmek istiyordu. İğreniyordu ondan. Değer vermek mi? Senin gibi biri bana değer verse ne olur diye bağırdı içinden. Sinirle gülümsedi. Acıyan yüzü gülümsemesini engellemeye çalışsa da gülümsemeyi başarabilmişti. Lay birkaç adım yaklaştı.

"Senin için her şeyi yaparım, ne yazık ki sen beni hiç sevmiyorsun." dediğinde iç çekti.

Sesi kederli gibiydi, iğneleyici bir ton da mevcuttu. Ne olursa olsun umursamadı. Boynundaki ağrıya rağmen, başını kaldırabilecek gibi olduğunu hissedince zafer kazanmış gibi hissetti ve kafasını kaldırdı. Lay'in gözlerinin içine baktı ve kanlı dişleriyle deli bir gülüş atıp; ağzındaki bütün kanı ayağının hemen biraz önüne tükürdü. Yaptığı şeye çok sinirlenince aralarındaki mesafeyi azaltıp, karın boşluğuna yumruğu geçirdi. Acıyla öne doğru düşerken gözlerini sıkıca kapattı. İlk defa bu kadar kötü dayak yediğini anımsıyordu.

Başka bir takım elbiseli adam yerde yatan Zhan'ı sandalyeye oturtup bağlamıştı. Wenhan'ın arka tarafında yakın bir yerde oturtulmuştu, iyi de olmuştu. Şanslarına Wenhan'ın arka cebindeki bıçağı almamışlardı; arama yapmamaları gerçekten büyük şanstı. Zhan birkaç dakika sonra uyandığında bıçağı alıp Wenhan'ın ipini kesebilirdi. İki koruma Yibo'yu, getirdikleri bir başka sandalyeye oturttular. Yixuan ve Wenhan'ın karşısındaydı.

秘密书 | Secret BookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin